Sokaklarını
temizlediğimiz bu şehri artık kirletebilirdik. Atakan’ın belediye başkanına
ettiği küfürlerin ardı arkası kesilmiyordu.
-“Ulan kalleş, ulan haysiyetsiz herif! Dört yıllık mezunum ben, Şerefsiz!
Geldim buraya çöpçülük yapıyorum. Senin gibi cahillere kaldık.”dedi.
Başkan yediği yumruğun ağırlığıyla sağ gözünü tutuyor, Hamza ise Atakan’ın
ağzını kapamaya çabalıyordu. Güvenlik görevlileri geldi. Bellerinden
çıkardıkları coplarla Atakan’a ve Hamza’ya vurmaya başladılar. Atakan yediği
son darbeyle yere yığıldı. Hamza onu o halde görünce son gücüyle toparlandı.
Aklına Atakan’ın yedi sekiz yaşlarındayken mahalle maçında düşüp dizini
parçaladığı geldi.
“Durun lan durun!!!” diye bağırdı.
“Durun lan dokunmayın artık yeter. Tamam, çıkıyoruz dışarıya.” Dedi öfkeyle.
Güvenlik görevlileri, aralık kapının arasından olayı izleyen haysiyetsiz
başkanın kafasını sallaması ile durdular. Atakan hafif doğruldu. Hamza çocukluk
arkadaşının belinden tutarak ellerini omzuna yerleştirdi. Dışarıya doğru ağır
aksak yürümeye başladılar. Burnundan kan geliyordu. Bu onu sersemletmişti. Akan
kanın izi başkanın odasının iki metre ilerisinden başlamış çıkışa kadar nokta
nokta devam ediyordu. Hamza kapıdan çıkmadan son kez arkasına doğru baktı.
Ellerindeki copları avuç içlerine vurarak “hadlerini bildirdik” diye içlerinden
gurur duyan iki güvenlik görevlisi ve haysiyetsiz başkan onların gidişini
izliyorlardı. Hamza’nın gözleri yere doğru eğildi. İki adımda bir Atakan’ın
kanı damlalar oluşturmuş, belediyenin zemindeki donuk fayanslarına renk
katmıştı.
Döner kapıdan ite kaka dışarı çıktılar. Soğuk yüzlerine çarptı. Atakan sanki
ayılır gibi oldu. Hamza “Burnunu tut, burnunu. Kafanı yukarı kaldır.” dedi.
Belediyenin önündeki banklardan birine oturdular. Atakan tuttuğu burnunu
bıraktı. Kafasını geriye doğru yasladı. Hamza cebinden bir mendil çıkarıp
Atakan’ın burun deliklerinden birine soktu.
Atakan “Yavaş ol lan yavaş” dedi.
Hamza sert bir hareketle elini Atakan’ın alnına yerleştirdi.
“Kaldırma kafanı.” dedi.
Diğer eliyle başka bir mendil aradı. Peçete buldu. Açık olan burun deliğine
yerleştirdi. Bir süre sessizce orada oturdular. Çantasından bir şişe su
çıkardı. Çantasını yanına aldığının farkına o anda vardı. Atakan’ın yüzüne
baktı. Gözlerini kapatmış uyuyor gibiydi. Suyu içmeye başladı. Kapağını
kapatırken “Atakan su içer misin?” diye sordu. Cevap gelmedi. Avuç içine
döktüğü su ile Atakan’ın yüzünü ıslattı.
Atakan soğuğun etkisi ile “Lannn” diye gözlerini açmaya çalıştı. Etrafına
baktı. Yüzünü ovuşturdu. Hamza’yı görünce rahatladı. “Hadi kalk gidelim artık”
dedi Hamza. Kalktı. Üstündeki kanları gördü. “Hadi” dedi.
Ağır ağır yürümeye başladılar. Atakan belediye binasının bahçesindeki fıskiyenin
yanından geçerken içine tükürdü.
Karanlık sokakları aydınlatan ışıklar artık geçtikleri sokakları
aydınlatmıyordu. Atakan üniversiteden mezun olunca hayal ettiği bisiklet
gezisine ekipman sağlayacak parayı bulamamıştı. Yaptığı her başvuru geri
çevirilince işi inada bindirmiş bu parayı bulmak için her işi yapacağını
söyleyip durmuştu. Sonra Hamza’yı arayıp bir iş ayarlayıp ayarlayamayacağını
sordu. Belediyede çöpçülük yapan Hamza, başkanla konuşacağını söyledi. Başkan
babacan adamdı. Hamza öyle sanıyordu. Atakan’dan bahsedince biraz mırın kırın
ettikten sonra kabul etti. Hatta “üniversite mezunu çöpçü” diye dalgaya aldı,
güldü. Aradan iki hafta geçti. Atakan başkanın odasının önünden geçerken aralık
kapıdan içeri gözü takıldı. Başkan makamına yayılmış televizyona bakıyordu. Önündeki
çayın dumanı üstündeydi. Aynı anda telefonu çaldı. Atakan duraksadı. Birkaç saniye sonra Başkan karşısındaki kişiye
bağırmaya başladı. “Hayır, kardeşim hayır olmaz. Tamam, bir bölümünü verin. Tamam,
gerisi benim hesabıma! Bekliyorum yatır yatır yatır, tamam. Anladım tamam.
Manşetlerde mi? Eee şey yazın; “Belediye Başkanından Yetimlere Büyük Yardım”
diye bir başlık atabilirsiniz. Evet, kardeşim tamam senin payın da hazır merak
etme. Evet konuştuğumuz gibi. Tamam görüşürüz.”
Başkan ellerini ovuşturdu. Önündeki çaydan bir yudum aldı.
“Ohh gelsin paralar.” dedi.
Kapı arasından izlendiğini fark etti. Bu kez o duraksadı. Atakan içeri daldı.
“Ulan şerefsiz! Vergilerden yardım adı altında cebine para mı indiriyorsun sen,
haysiyetsiz köpek!”
Başkan ayağa kalkarken çayı önünde bulunan evraklara döküldü. Atakan başkanı
yakasından tuttu.
“Şerefsiz!” dedi.
Başkan masanın altındaki butona basarak güvenliği çağırdı. Atakan sağ yumruğunu
başkanın sağ gözüne indirmişti bile. Başkan sol tarafta bulunan masa üstü
bilgisayarının üstüne düştü. Bilgisayar devrilirken kapandı. Hamza başkanı
sevdiğinden zili duyunca başkanın odasına koştu. İçeri girdiğinde başkan yerde,
Atakan ise başında küfürler savuruyordu. On on beş saniye sonra arksından gelen
üç güvenlik görevlisi Atakan’ı kollarından tutarak dışarı çıkardı. Hamza olaylara
anlam arayışındayken bir taraftan da kayıtsız kalamayacağı sonucuna vardı. Ya
başkanı kaldıracak işine devam edecekti ya da Atakan’ın yanında yer alacaktı.
Güvenlik görevlilerinin peşinden gitmeyi tercih etti. Başkan yerde kıvranıyor
gözünü tutuyordu. İnatla ayağa kalkmıyordu. Güvenlik görevlilerinden biri geri
döndü, odaya yöneldi. Başkanı ayağa kaldırmak için yanına gitti. Bu sırada güvenlik
görevlileri Atakan’ı kontrol altında tutmaya çalışıyor, Atakan ise onlardan
kurtulmak için çırpınıyordu. Başkan nihayet ayağa kalkmış kapı aralığından sol
gözüyle onları izliyordu.
Atakan uzunca bir süredir önüne bakıyordu. Derin bir nefesin ardından “Bunların
düzenine ....” dedi.
Hamza hiç oralı olmadı. Saate baktı. Gece yarısı olmuştu.
“Bok vardı gittin başkana yumruk attın, bok vardı. Ulan bir işim vardı, onu da
kaybettim. Küçükken de böyleydin sen! Hep başımı belaya sokardın. Durup durup
çocuklara sataşırdın. Kaç kere yumruk yedim. Bana faydan var mı lan senin?” dedi.
Atakan mahcupluk ve sessizlik arasında kalmış bir şekilde dinliyordu.
“Ha, benim misketleri çalıp kaçan çocuğu yakalayıp dövmüştün. Onu unutmam
mesela.” dedi.
Atakan’ın evinin önüne gelmişlerdi.
“Burnun nasıl dur bakayım.” dedi.
Elleriyle içi peçete dolu şişkin burnuna dokundu. Atakan hafifçe “ah” çekti.
“Tamam, bir şey yok yine yırttın. Kırık falan da yok.”
Atakan ceplerini karıştırdı.
Hamza “Ne arıyorsun?” dedi.
“Anahtarlarımı” dedi. Biraz sonra
aradığını buldu. Boynu bükük bir şekilde içeri girdi.
Hamza arkasından baktı. Düşünmeye başladı. Karanlık bir sokakta yalnız başına
yürümek ne demekti. Çaresiz. Kimsesiz. Karanlığı yırtıp gidiyordu. Artık bir
işi yoktu. İşsizlik kötüydü. Dışlanma, ulu orta kalma ve hatta aç kalma ile eş
değerdi. Köpek ulumaları ile geceyi sahilde oturarak geçirdi. Sabaha karşı eve
döndü. Kapıyı ses yapmadan açmaya gayret gösterdi. Dikkatli adımlarla yürüdü bir şeyi devirmemek
için. Salona baktı. Sessizdi. Yatak odasına yöneldi. Karısı uyuyordu.
Uyandırmadı. Gerisin geri salona döndü. Elektrikli sobayı açtı. Üçlü koltuğa
çöktü. Dünyanın bütün sabahlarının yükünü öylece oraya bıraktı. Göz kapaklarına
direnecek ve düşünecek gücü bulamadı kendinde. Nefesi yavaşladı ve uykuya
daldı.
“Günaydınlar efendim, paşamız gelmiş.” diyerek odanın içine giren eşi Hamza’nın
içindeki derin sessizliği bozdu. Hamza önce kulaklarını sonra gözlerini açtı.
Gözlerini ovuşturdu. “Ne oluyor yahu?” dedi. Eşi geceliğini düzeltiyordu.
Masadan kumandayı eline almadan tuşuna basıp televizyonu açtı. Mutfağa gitti.
Çay suyu koydu. Geri geldi. Sabah yüzünü bile yıkamadan yaptığı rutin işlerin
ilkiydi çay suyu koymak. Hamza’ya baktı. Bitik haldeydi. Kafasını iki yana
sallayarak banyoya yöneldi. Hamza arkasından bağırdı.
“Ne oluyor dedim?” dedi. Karısı hiç oralı olmadı. Yüzünü sabunla yıkadı. Aynaya
baktı. Temizlikten emin olunca musluğu kapattı. Havluyla yüzünü sildi. Salona
gelirken omzuna attığı havluyu Hamza’ya fırlattı.
“Dün gece nerdeydin be nerdeydin? Kaç kere aradım seni! İnsan bir haber verir.
İnsan bir cevap verir. Ne biçim insansın sen? Evin yolunu bilmiyor musun? Bir karın
olduğunu bilmiyor musun?” Karısı cevap almaktan çok gecenin öfkesini kusmak
için konuşuyordu. Haklıydı. Bunu da sonuna kadar kullanacaktı. Hamza utandı. O
arbede içinde hiç aklına gelmemişti telefonuna bakmak. Hemen telefonunu
çıkardı. Yirmi bir cevapsız çağrı, altı mesaj vardı. Karısının haklılığı
karşısında iki büklüm oldu. Karısı o kadar haklıydı ki bu haklılık onu bir
zalime çevirebilirdi. Çevirecekti de. Susmakla yetindi. Televizyona boş boş
bakarken “Kovuldum.” dedi. Göz göze gelmek yıkıcı olacaktı. Televizyona bakmak
iyi seçimdi. Karısı bir şey demedi. Mutfağa gitti. Kahvaltı hazırladı. Demlenen
çayı bardağına doldurdu. Hamza bu sırada üstünü değiştirdi. Dış kapının önünde
ayakkabılarını ararken karısıyla göz göze geldiler. Mutfaktan onu izliyordu. Bir
süre kapının önünde oyalandı. Belki karısı “Bir bardak çay iç öyle git.” der
diye bekledi. Ama demedi. Karısı hiçbir şey demedi. Uzun süre oynadığı ayakkabı
bağcıklarını sonunda bağladı. Kapıyı gürültüyle çekti arkasından.
Merdivenleri inişini duydu karısı.
Kahvaltıyı kendisi yaptı. Kocası ne yer, parası var mı acaba diye düşünmedi.
Artık buna gücü kalmamıştı.
Atakan’ın yanına gitmeye niyetlendi. Başka nereye gidebilirdi ki zaten. Merak
etti onu. Aradı. Atakan açmadı. Mesaj attı. “Geliyorum.”
Mahalle bakkalına girdi, iki ekmek altı yumurta aldı. Atakan’ın kapısına
gelince zile bastı. Atakan daha uyanmamıştı. Hayal meyal zilin sesini duydu.
Kolundaki saate baktı. Öğleni geçmişti. Zil tekrar çaldı. Hamza’nın mesajını
okudu. Yataktan fırladı. Her yeri kaskatı kesilmiş ve acıyordu. Kapıyı açtı.
Karşısında duran Hamza’yı önce seçemedi. Gözündeki çapakları temizledikten
sonra “Hoş geldin.” dedi. Hamza asık
yüzü, umutsuz tavrı ve elindeki poşetle içeri girdi. “Al şunu al başımın
belası.”dedi. Uzun holü adımladı. Kendi evinde dolaşır gibi salona geçti. Bir
ayağı kısa olan masanın altındaki taşı gördü. Bir tebessüm belirdi yüzünde. Bu
sık olmazdı. Kül lekesi olan koltuğu eliyle süpürdü. Oturdu. Arkasından gelen
Atakan ona baktı.
‘’Ev biraz dağı…’’ diyecekti ki Hamza eliyle sus işareti yaptı. Evin
sessizliğini, başarısız mimari yapısını, eşyaların düzensizliğini, alçısı
dökülen duvarlarını, duran kırık aynayı
ve nicesi bozuk ayrıntıyı gözleriyle şöyle bir süzdü.
‘’Yumurta aldım çünkü kahvaltı yapmadım. İşsizim. Eşime bunu söyledim. Bir şey
söylemedi. Demlediği çaydan bir bardak içer misin diye bile sormadı.’’Yüzünü
önüne düşürdü. Atakan mutfağa yöneldi. Hamza masanın üstünde duran sigaradan
bir tane aldı. Cam kenarına geçti. Perdeyi araladı. Sigarayı ağzına götürdü.
Yaktı. İlk nefesi içine çekmesiyle öksürmesi bir oldu. Elinde tepsi ile içeri
giren Atakan
“İçme, içemezsin. Hiç içemedin, denem.” dedi.
Hamza sigarayı cam kenarındaki mermere bastırdı. Masaya geçti. Ekmeği ikiye böldü.
Bir zeytin tanesi aldı, ağzına attı. Hiç konuşmadılar. Yemek bitene kadar ikisi
de sessizdi. Buhranlı hava iki adamın da dertlerinden oluşuyordu. Hamza dün geceyi
hatırladı. Söze başladı.
“Bok vardı yetimin hakkını korudun. Al biz yetimiz şimdi bizi kim koruyacak.’’
Hamza önündeki su bardağının dibindeki suyu içti. Atakan kaşla göz arasında burnunu
tuttu. Hamza burnunu hatırlatmak isteyen Atakan’ın blöfünü yemedi.
“Bana burnunu gösterme! Konuyu değiştirme, ben ne yapacağım onu söyle. Sen
okumuş adamsın bir yolunu bulur geçinirsin. Ya ben! Evli ve sorumlulukları olan
biriyim. Senin gibi sorumsuzca davranamam.” dedi. Atakan ayağa kalktı.
Daralmıştı. Sigara paketinden bir dal aldı. Hamza’nın sigarasını söndürdüğü
yere geçti. Bu sefer kendisi sigara yaktı. İlk nefesi içine çekti. Öksürmedi.
Perdeyi araladı. Camı açtı. İçeri giren ışık yüzüne vuruyordu. Oda biraz
aydınlandı.
“Ben korkmuyor muyum sanıyorsun? Senin kadar bende korkuyorum düşmekten. Ama seni
bu kadar üzmek istemezdim. Bir hal çaresine bakacağız kardeşim merak etme.”dedi.
Hamza da aynı yere yöneldi. Arkadaşının üzüntüsüne kendi üzüntüsünü ekledi
sanki. Elini omzuna attı. Atakan’ın baktığı yerden sokağa baktı.
Aradan üç gün geçti. Eşi Hamza ile hala
konuşmuyordu. Faturalar geliyor, Hamza görmemek için gece yarıları eve
giriyordu. Gün içinde pek fazla bir şey yemediğinden gece dolaptan bir şeyler
almak için dolap kapağını açtığında acı gerçekle yüzleşecekti. Faturalardan
kaçardı. En azından bir süre... Fakat açlık, yokluk, midesinin gurultusu onu
gerçeklerle yüzleştirecekti. Karısı ne yiyor ne içiyor diye düşündü. Ocağın
üstünde duran tencerenin kapağını açtı. İçinde sade makarna vardı. Bir tabakta
kendisine koyup yemek istedi. Yapmadı. Yapamadı. Bir bardak su içti. Atakan’ı
aradı. Uzun uzun çalan telefon sesinin arkasından Atakan cevap verdi.
“Alo”
“Sahile gel.”
“Tamam.”
Kısa konuşmanın uzun hali şöyleydi: “ İyi değilim gel derdime ortak ol. Her şey
bombok. Bokun içine battık.” Evden çıktı. Sahile yürürken cebindeki kuruşları
saymaya başladı. Cebinde iki simit parası ancak vardı. Karanlık sokaklardan
geçerken sokak lambalarına baktı. Hemen altında oluşan gölge ne kadar da
ihtişamlıydı. Bu ben miyim, diye sordu. Kendisinin ne kadar büyük olduğunu
gördü. Yürümeye devam etti. Sahil göründü. Korkulukların önünde elleri cebinde
denize bakan Atakan’ı seçti. Yürümeye devam ederken simitçinin yanından geçti
gitti. Aç karnı kendini hissettirdi. Geri döndü. Gecenin bu saatinde simit
satabileceği ihtimalini unutan simitçi bile bunu düşünmüyordu. Eskiden olsa
simitler taze mi diye sorardı. Ama şimdi bunu soracak kadar bile parası yoktu.
“İki simit ver. Bayat olsun.” dedi.
Simitçi önüne bakıyor, kulağına dayadığı radyoyu dinlediğinden, onu duymadı.
Hamza arabanın camına vurdu. Simitçi irkildi.
“İki simit dedim.”
Adam yerinden kalktı.
“Tamam, abi.” dedi.
Simitleri gazeteye sarıp, poşete koydu. Uzattı. Parayı aldı. Gerisin geri yerine
oturdu. Kendini radyoya bıraktı. Hamza denize yaklaştıkça dalgaların sesi,
vapur sireni ve martı sesleri artıyordu. Atakan adımlarını duyduğu Hamza’nın
geldiğini düşünerek arkasını döndü. Vapur büyük bir sesle kalktı. Arkasında
derin dalgalar bırakarak uzaklaştı. Hamza, Atakan’a baktı.
“Simit aldım.”
“Bayattır o, bu saatte simit mi alınır?”
“Keyfimden almadım.”
“Tamam oğlum bir şey demedim.”
Hamza poşetten çıkardığı simitten bir ısırık aldı. Gerçekten taş gibi diye
düşündü. Yenmeyecek kadar zorluyordu çenesini. “Ah bir çay olsa.” dedi. Zar zor ilk lokmayı boğazından geçirdi. Yeni
bir vapur geldi. Isırdığı simitten çıkan ses, vapurun sesi altında ezilmişti.
Atakan elindeki simide baktı. Sessizce
“Ulan ne hallere düştük.” dedi.
Hamza karanlık denize bakıyordu. Atakan da uçan martılara baktı. Hamza söze
girdi. “Hatırlıyor musun, küçükken mahallenin aşağısındaki tren garında misket
turnuvası yapıyorduk. Her mahalleden gelen çocukları bir bir yenip evlerine
göndermiştik. Sonra yenilen çocuklar abileri ile gelince korkudan ne
yapacağımızı bilemeyip nasıl koştuysak artık eve hava kararınca dönebilmiştik.”
dedi.
Atakan umursamaz bir tavırla Hamza’ya baktı.
“Eee” dedi.
Hamza anıların heyecanı ile elini kolunu
ilk kez hareket ettiriyordu. Cansız bedeni sanki hafızasına ‘anı jetonu’
atıldığında hareket ediyordu. Devam etti.
“Orada topladığımız misketler hala bende biliyor musun? Saim abinin oğlu
Ahmet’in gömdüğü misketler, Taşınan Halil’in yağma diyerek attığı misketler de
hala bende. Bunlar var geçmişten getirdiğim, bir de sen varsın kardeşim.” dedi.
Atakan soğuktan üşüyen ifadesiz yüzü ile gülümsemeye çalıştı. “Merak etme kardeşim,
kurtulacağız inşallah.”dedi.
Tekrar denize baktılar. Bir süre bedenleri öylece yan yana durdu. Atakan üşüyen
ellerinin arasındaki kaskatı simide baktı. “Para lazım.” Hamza’nın sağ omzuna
elini koyan Atakan martılara bakarken tekrarladı. “Para lazım Hamza, para. Anlıyor
musun?’’ dedi.
Hamza oralı olmadı. Önce karısını düşünmeye başladı. Sonra da birazdan kalkacak
vapurdaki asaleti düşündü. Onun peşine takılacak martıların haykırışlarını
düşündü. Elindeki simitten bir parça ısırdı. Ağzındaki lokmayı üç kere çiğnedi
ve yuttu. “Ne için lazım para.” dedi. Atakan
elindeki henüz ısırılmamış simide tekrar baktı. “Bir daha simit yememek için.”
Aradan bir hafta geçti. Evdeki huzuru
kaçan Hamza iş ilanlarına bakıyor, aradığı her yerden olumsuz yanıt alıyordu.
Karısı artık Hamza yokmuş gibi davranıyor, yaklaşan tehlikeyi önceden sezmesi
için elinden geleni ardına koymuyordu. Atakan ise evde kös kös oturuyor,
annesinin köyden gönderdiği erzakla ve az miktardaki para ile geçiniyordu.
Atakan için tek sorun evin ısınmaması idi. Onun dışında pek problemi yoktu.
Köyden gelen kavanozları açınca içinden çıkan çökeleğe kaşığı daldırdı. Salona
geçti. Kendisini boşluğa bırakır gibi koltuğa bıraktı. Elindeki çökelek
kavanozunu kenara koyarken kumandayı aldı. Televizyonu açtı. Köşede duran eski
battaniyeyi koltuktan kalkmadan uzanarak üstüne çekiştirdi. Televizyondaki
magazin programlarını izlemeye başladı. Gözleri yarı uykulu bir hale geldiğinde
reklam arasına girdi. Gözleri açıldı. Pür dikkat izlediği reklamlarda bir
bankadan söz ediyordu. Find The Human
Capital Banks isimli, Türkiye’ye yeni gelmiş İngiliz bir banka 1,14 faizle
kredi veriyordu. Atakan kafasında yanan ampulle direkt telefona sarıldı.
Hamza’yı aradı.
“Alo”
Hamza yorgun ses tonuyla yanıtladı.
“Efendim.”
“Kardeşim yırttık.”
“Nasıl ?”
“Bana gel anlatacağım.”
Hamza birden heyecanlandı. Oturduğu köşeden kurşun gibi fırladı. Karısı yatak
odasında perde asıyordu. İçeri girdi. Ellerini önünde, dudağını bükük çocuk
gibi onu izlemeye başladı. Gülümsedi.
“Gülseren tamam hallettik.” dedi.
Karısı perdeyi asmaya devam etti.
“Gülseren” dedi Hamza.
“Duymadın mı?”
Uzun zamandır suratına bakmadığı adamın çırpınmalarına kayıtsız kalamayan
Gülseren, önündeki perdeden bir an kafasını çevirdi. O ifadesiz tavrıyla sadece
bir iki saniye umudum yok dercesine baktı. Hamza odadan çıktı. Kendisini
kanıtlaması gereken çaylak bir itfaiyeci gibi bu ateşi söndürmesi gerekiyordu.
Kapı çaldı. Atakan sırtına attıığı battaniye ile kapıyı açtı. Hamza içeri
girdi. Salona geçtiler. Artık boğazına dayanan giyotinin baskısına dayanamayan
Hamza ayağı kırık olan masaya oturdu. Ellerini masaya koydu.
“Anlat.” dedi.
“Reklamları izliyordum. Yeni bir banka var adı Find The Human bilmem ne. Neyse
konu bu değil. 1,14 faizle kredi veriyor. Biz bir dükkân açalım. Ne dersin?”
Hamza anlamsızca baktı. Kafasındaki oluşan tek soruyu direkt sordu.
“Hangi para ile?”
“Bende bir şey yok.” diye yanıtladı Atakan. Devam etti. “Senin babandan kalan
evi ipotek ettirelim.” Hamza kaşlarını çattı. Atakan’ın yüzüne dik dik baktı.
“Yok artık.” dedi.
“Başka çaremiz var mı?” diye sordu Atakan.
Hamza “Hadi lan oradan!” dedi. Susup önlerine baktılar. Başka çare olmadığını
ikisi de biliyordu. Çıkmaz sokağın sonunda açılacak umut kapısı olarak
görüyorlardı bankayı. En azından Atakan kesinkes böyle görüyordu.
Hamza kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Oğlum tefeciye gitsek daha iyi.” dedi.
Atakan kahkahayı patlattı. Ağzını açtığında tüm dişleri inci taneleri gibi
ortaya çıktı. Birden ağzını kapattı. Ciddiyetle yanıtladı. “Merak etme bu da
tefeci, modern tefeci.”
Gülseren içine kapanık sessiz bir kadındı. Her şeyi susarak anlatırdı.
Karşısındakine kızdıysa bağırıp çağırmak yerine susar ve anlaşılmayı beklerdi. Eşinden
beklediği desteği alamayınca, zengin mahallelerinde bulunan dairelerde
gündeliğe başladı. Eline geçen üç beş kuruş evin mutfak masrafına ancak
yetiyordu. Bazı faturaları ödemeye bile başlamıştı. Bir eşi olduğunu kimi zaman
unutuyor, Hamza kendini fark ettirdiğindeyse bakmak zorunda olduğu bir yük gibi
görüyordu. Gel zaman git zaman biraz olsun belini doğrulttu genç kadın.
Gülseren haberi bir telefon mesajı ile
aldığında kirli çamaşırları renkliler ve beyazlar diye ayırıyordu. Bir kadın kirli
sepetinin başında ne kadar da kırılgan olurdu. Bir kadının en savunmasız olduğu
andı belki de. Artık tahammülü kalmamıştı. Durmadan annesinden duyduğu cümleler
beyninde dolanıyordu. “Bu sünepe kocanı bırak gel kızım, sana kapımız hep açık.
Bak daha kötü işler açacak başına. Allah korusun sana bir şey yapar diye gece
uyku tutmuyor.” Sepetin üstüne çömelip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Dayanamıyordu. Eşi gelmeden hazırlanmalıydı. Küçük el valizine bir eşyasını
koysa, yatakta büzülüp on- on beş dakika ağlıyordu. Böyle böyle yaklaşık bir
saat sürdü üç kazak iki pantolonu valizine koymak. Annesini aradı. “Geliyorum.” dedi. Annesi hiçbir şey sormadı.
Hiçbir yanıt beklemedi. İstediği şey olmuştu. Biraz olsun içi rahatlamıştı.
Gülseren bir kâğıda “Tahammülüm kalmadı. Bursa’ya gidiyorum.” yazdı. Bunları
yazarken iki damla gözyaşı kâğıdın üstüne düştü. Düşen gözyaşları cümlenin son
noktası mıydı yoksa devamı gelecek bir cümlenin başlangıcı mıydı, kestiremedi.
Hamza eve geldiğinde masanın üstündeki kâğıdı gördü. Gülseren’i aradı.
Ulaşamadı. Atakan’ı aradı. “Hadi gidelim şu bankaya.” dedi. Atakan “Belgeler hazırsa gidelim.” dedi. Kırk
beş dakika sonra bankanın önünde buluştular. Camları şeffaf olan bu bina çok
güzel dizayn edilmişti. Hamza büyülendi. Siyah bir fon üzerine büyük harflerle
Find The Human Capıtal Banks yazıyordu. Dilimizin ne kadar yozlaştığını göremedi.
Türkiye ne kadar gelişmiş diye düşündü. İçeri girdiler. Müşteri temsilcisi ile
görüştüler. Çaylar içildi. Evraklar imzalandı. Hamza’nın aklına eşi geldi.
Atakan’ın kulağına eğildi. “Gülseren gitti.” dedi. Atakan elini omzuna koydu.
İçini ferah tut der gibi gülümsedi. 50.000 kredi için 1,14 faizle 48 ayda
68.529.12 ödeyeceğini belirten kâğıdı cebine koydu. Artık iş Atakan’daydı. Üç
gün sonra para hesaplarına yattı. Önce güzel bir kahvaltı yaptılar. Hamza
eşinin gitmesine içten içe üzülüyor, ama kendisini kanıtlayabileceği için de
bankaya şükrediyordu. Lafı eşine getirip “Göreceksin Gülseren
göreceksin.”diyordu. Atakan ise
gülümsüyor “Güzel şeyler ayağına gelmez, gidip kendin alırsın.” diyordu.
Aradan üç hafta geçti. İki arkadaş dükkânı açtılar. Her ay 1427,69 lira bankaya
ödemeleri gerekiyordu. İlk ay ödeyemediler. Sonra işleri açıldı. İşler açılınca
Hamza’nın özgüveni yerine geldi. Eşini aradı. “Yakında gelip seni alacağım.
dedi. Gülseren tepki vermedi. Annesinden gizli açtığı telefonu annesi görünce
aceleyle kapattı. Ama kocasını özlemişti. Sesini duymak hoşuna gitti. İçine
umut tomurcuğu düştü. Her an açılabilecek umut tomurcuğu.
Altı ay sonra işleri kötüye gitti. Ülkenin ekonomi politikaları yüzünden insanların
ekonomik şartları bozuldu. Alım güçleri azaldı. Ellerindeki teknolojik aletler
satılmamaya başladı. Banka ile araları bozuldu. Dolar arttı. Faizler birikti.
Atakan banka ile anlaşmaya çalıştı. Olmadı. Geçen zaman içinde Hamza eşinin
yanına dört kere gidip geldi. Son gidişinde “Bir daha geldiğimde beraber
döneceğiz.” dedi. Gülseren Hamza’yı gördüğünde yüzünde kocaman bir tebessüm
belirdi. “İnşallah” dedi. Uzun zamandır bu kadar özlem duyduğunu hissetmediğini
hatırladı. Ağzından kaçan inşallah sözünü de unutmadı. Annesi de, Hamza
geldiğinde çay ikram ederek buzların biraz daha eridiğini belli etti.
Sonunda olan oldu. Son çıkış kapısı olan bankanın kapısı yüzlerine kapandı. İcra
önce dükkândaki taşınırlara el koydu. Dükkân battı. Yetmedi. Banka ipotek
ettikleri eve haciz gönderdi. Atakan çıldırdı. Uğraşacak tahammülü kalmadı.
Arkadaşını bu durumda bıraktığı için kendisinden utanıyordu. Her haltı
kendisinin yaptığını bu garibanın da başını yaktığını düşünüp utanıyordu.
Ağladı. Eski kıyafetlerini attığı kutunun dibinden Nagant marka silahını beline
taktı. Hamza’nın yanına gitti. Hamza ağlıyordu. İçeri girdi. Hamza koltuğa
çöktü. Atakan ise karşısında diz çöktü. Gözlerine baktı. “Her boku ben yaptım.
İşinden oldun, eşinden oldun. Hepsi benim yüzümden, kardeşim demeye bile yüzüm
yok artık. Ne desem boş biliyorum. Ne yapsam elime yüzüme bulaştırıyorum.”
Dedi. Kapıda bekleyen icra memurları zili çalıyorlardı. Kapıyı açmadılar. Sıklaşan
zil sesini sokakta oynayan çocuk sesleri bile bastıramıyordu. Atakan mutfağa
yöneldi. Hamza oturduğu koltukta yüzünde kurumuş bir gözyaşı damlasının iziyle
öylece duruyordu. Atakan bir bıçağı gazete kağıdına sarıp cebine yerleştirdi.
Kapıya doğru yöneldi. Geçerken salona doğru kafasını uzattı. Hamza da Atakan’a
baktı.
“Nereye?” diye sordu.
“Kardeşim her şey benim yüzümden oldu, farkındayım fakat daha son hamlemi
yapmadım. Biraz sonra yapacağımdan sonra seni kimse rahatsız etmeyecek emin
olabilirsin.” dedi. Hamza kötü bir şey
yapmasını engellemek için ayağa kalmaya çalıştı. Uyuşan bacakları buna izin
vermedi. Sadece arkasından tekrar akan gözyaşları ile bağırdı.
“Atakaaaaaaaaannnnnnnnn!!!”
Atakan kapıyı açar açmaz kapattı. Ve
icra memurlarının arasından geçip koşarak uzaklaştı. İcra memurları Atakan’ın
arkasından baktı. Avukat polisi aradı. Çocuklar ise oyunlarına devam ederken
olan biteni heyecanla izliyorlardı. Atakan koşmaktan yoruldu, bir duvar dibine
çöktü. Cebindeki bıçağı çıkardı. Yeterince keskin olup olmadığını kontrol etmek
için parmağına bir kesik attı. Ayağa kalktı. Belindeki silahı çıkarıp kontrol
etti. Koşmaya devam etti. Beş dakika sonra Banka’nın önüne geldi. Bankanın
ihtişamlı korunaklı camlarının karşısında dikildi. İçerideki insanlar ve
çalışanlar ona bakıyordu. Banka’nın camındaki Find The Human Capıtal Banks yazısına
baktı. Kafasını eğdi. Kanayan parmağına baktı. Kan kurumuştu. Telefonunu
çıkardı. Hamza’yı aradı.
“Kardeşim finale hazır mısın?” diye sordu.
Hamza içine düştüğü boşluktan kafasını dışarı çıkaramayacak bir solucan gibi
yanıtladı.
Kısık sesi ile “Neye?” diyebildi sadece.
“Birazdan kendimi öldüreceğim ve bu ölüm o kadar gösterişli olacak ki kimse
benim kadar güzel ölemeyecek. Bu yaşayan prangalı insanlara öyle bir ders
vereceğim ki kimse bunu anlayabilecek zekâya sahip olmadığı için kimse
anlayamayacak. Tabi sen anlayacaksın. Sen zekisin. Sen benim kardeşimsin. Her
şeyini kaybettin. Beni kaybetmen hayatında hiçbir şey eksiltmeyecek. Ama bana
bir kere bile kötü bir şey demedin. Belki de senin yapmak istediğin ama yapmaya
cesaret edemediğin şeyi yapıyorum. Senin beni öldürmeni beklemeden kendimi
öldürüyorum. Hakkını helal et.”dedi. Telefonu kapattı. Yere attı.
Camdan içeri baktı. Sesli bir şekilde kahkaha attı. Birazdan ölecekti. Her şeyi
yapma hakkına sahip olduğunu düşünüyordu. Banka’nın yazılarına yaklaştı.
Bıçağını çıkardı. Sağ işaret parmağına daha derin bir kesik attı. İnsanlar
artık onunla ilgilenmiyordu. Sevindi. Kuruyan yerden tekrar bir kesik attı.
Parmağından akan kanlara bakıyordu. Yazıya elini uzattı. ‘Find’ yazan yerin
yanına parmağını koydu. ‘İnd’ yazan yere ‘aiz’ yazdı. ‘Human’ yazan yere ise ‘aramdır’
yazdı. Sonra cama tıklattı. Herkes tekrar ona bakarken belinden silahını
çıkardı. İçerideki güvenlik görevlisi silahı görür görmez kemerinde asılı olan
silahı çıkarmaya çalıştı. Silahını güvenlik görevlisine doğrulttu. Güvenlik
görevlisi ellerini kaldırdı. Sol eliyle onu dışarı çağırdı. Herkes korku içinde
eğilmiş bekliyordu. “Telefonunu çıkar.” dedi. Güvenlik görevlisi telefonunu
çıkardı.
“Söylediğim numarayı ara ve burada yazan şeyi karşıdakine bağırarak oku.” dedi.
Güvenlik görevlisi Hamza’yı aradı. Bağırarak “Faiz Haramdır!” dedi. Atakan
kendi beynine dayadığı silahı ateşledi. Beyin, kan, saç ve kemik parçaları cama
yapıştı. Yere doğru akmaya başladı. Atakan yere yığıldı. Kafasının çevresinde
küçük bir kan gölü oluştu.
‘’Yağmaaaaaa’’
Yorumlar
Yorum Gönder