Yaptığınız her
iyiliğin altında bir kötülük yatar.
Babam kapıyı çalınca
telaşlanarak, Sinemin profil resmini kapatıp, ’’Gir’’
dedim. Babam sırtımı sıvazladı.’’Ne
yapıyorsun bakalım’’dedi. Gözlerimi bilgisayarın ekranından ayırmadan
yanıtladım. ‘’Facebook’da takılıyorum baba, bildiğin şeyler. Kim ne yapmış, ne
demiş felan aynı sıradan şeyler işte’’. Aynı zamanda kısık sesle dinlediğim
yabancı müzikler de konuşmamın fon müziği olmuştu. Babam ‘’al bakalım şu meyve
tabağını’’diyerek elime tabağı uzattı. Ses tonu değişti ‘’Bugün okul yok mu?’’
diye sordu. Üstümdeki pijamayı hafif sıyırdım, ayak bileğimi gösterdim. ‘’Annem
anlatmadı mı sana? , geçen maçta bileğim burkuldu. İki gün evdeyim yani’’dedim.
Babam ‘’ Annen anlattı ama senden dinlemek istedim. Maç ne oldu bu arada ?’’
diye sorunca, ‘’ ne olacak süper yıldız Olcay Karakuş olmayınca yenildik tabi’’
dedim. Babam güldü. ‘’Ah o potanın altında engellediğim çocuk bileğime basmamış
olsay…’’derken, yarım kalan cümlemi tamamlamadan babam oturduğum sandalyeyi
sert ve hızlı bir şekilde kendisine doğru çevirdi. Bilgisayar ekranına bakan
gözlerim bir anda babamın gözleri ile karşı karşıya kalmıştı. Gözlerini büyütüp
‘’Bahane üretme süper yıldız Olcay Karakuş’’ dedi. Sonra aynı şekilde beni
bilgisayar ekranına döndürdü. İçimden akşam görüşürüz baba diye mırıldandım.
Kapı kapandı. İnsanın özgüveni kendisinden güçlü birisi karşısına çıkınca bitermiş.
Babam kendi özgüveni ile benim özgüvenimi yıkmıştı. Belki de bunu bana
göstermişti. Babam odadan çıkınca hiçbir şey olmamış gibi Facebook’u açtım.
Sinemin profil resimlerine bakmaya devam ettim. Sinem de benim özgüvenimi yıkan
bir detaydı. Telefonumu elime aldım. İnstagrama girdim. Sinem yeni bir video
atmıştı. Attığı videoda bir sahil kenarında rüzgârla beraber dalgalanan sarı
saçları benim de aklımı dağıtıyordu. Videonun üstünde Beşiktaş sahil yazıyordu.
Karşı sınıfın en güzeli, benim için bu lisenin en güzeli oydu. Okulun basketbol
takım kaptanı egosu kendisinden büyük olan Olcay Karakuş’u mum gibi yakan güzellik
abidesi Sinem Balkan! İnsan bir şeyi elde edince büyüsü bozuluyordu. Fakat bu
farklıydı. Her maça çıkarken onun o tribünlerde olup beni izlediğini hayal
ederek oynuyordum. Bir gün benim için tribündeki yerini alacaktı. Ellerini
benim için birbirine çarpacak, benim için ayağa kalkacaktı. Bu düşünce beni
kamçılıyor, bu düşünce sayesinde kendimi motive ediyordum. Telefonum çaldı. Bilgisayardan
gelen müziği kıstım. Telefonumun ekranına baktım. Alper arıyordu. Bir süre
hücum marşını dinledim. Telefonu açtım. ‘’ Efendim panpa’’dedim. Alper sustu.
‘’Panpa’’ diye tekrar ettim. Alper hızlıca nefes alıp veriyordu. ‘’ Oğ oğ oğlum
pat pat pat patlama oldu burada’’ dedi. ‘’ Neredesin nerede patlama oldu
oğlum’’dedim. Sesinin titrekleştiği Alper’in korkusu kelimelerine yansıyor,
kekelemeye devam ediyordu. ‘’Be be Beşiktaş’ta ‘’diyebildi. Telefon kapandı.
Alper whatsapp’tan mesaj gönderdi. ‘’ Konuşacak durumda değilim. Eve koşuyorum.
Alper’i aradım. Telefonu kapalıydı. Yanımda duran meyve tabağına baktım.
Elmalar kararmış havuçlar pörsümüştü. Zamana mı yenilmişlerdi yoksa ölüyorlar
mıydı? İnsanların da zamanla ölmesi gerekmiyor muydu? Bir bomba ile ölen suçsuz
günahsız insanların parçalanmış vücutlarını düşündüm. Kendimden utandım.
Alper’i bir daha aradım. Yine kapalıydı. Kalktım
Aradan
zaman geçmiş olaylar unutulmaya yüz tutmuştu. İçimde ölen insanların yasını
tutan milliyetçi biri belirdi. Çantama küçük bir Türk bayrağı eklemiştim. Okula
gidip geliyordum. Olaydan sonra Sinem’i canlı kanlı karşımda ilk kez görünce ‘’
İyi ki varsın, bana yaşama sebebi veriyorsun’’ dedim. Bu kadar açık sözlü olmak
bazen insanı korkutur. Fazla egonun sonu hep kaybetmektir.
Sinem tepki vermedi. Sınıfına girdi. Koşu bandı üzerinde koşan bir sporcu gibi yanlış koridorda sınıfıma doğru koşuyordum. Nereye koştuğumun farkında değildim. Sadece enerji kaybediyordum. Kendi sınıfıma nefes nefese girdim. Derse adapte olamıyordum. Aklımda sinem vardı. Yine kaybettim diye düşünürken edebiyat dersinin sonlarına doğru telefonuma mesaj geldi. Ümitsizce mesajı açtım.‘’Okul çıkışı arka bahçeye gel’’ mesajın sonunda Sinem yazıyordu. Sıranın altından Alper’e gösterdim. Alper önce mesaja sonra bana baktı. Gülümsedi. Yine bir şey yememişti. Ağzı kokuyordu. Bende ona gülümsedim. Kravatımı düzeltirken sessizce ‘’Dün gece telefonunu istedi’’dedi. Telefonunu isteme cesaretini gösteremediğim Sinem’de benim telefonum vardı. Üstelik bana mesaj atmıştı. Ders bitti. Hemen çantamı aldım. Arka bahçeye koştum. Kırık sıraların, kırık kalplerin bulunduğu bir çöplüktü burası. Sigara izmaritleri, cips poşetleri, yer yer görülen çimler burayı berbat halinden çıkarıp, benim için Sinem’i bekleme noktası yapmıştı. Bir çıtırdı duydum. Oraya odaklandım. Duvarın arkasından Sinem gülümseyerek ‘’ Selammm’’ dedi. Bir anda bu çöplük yuvası doğal bir cennete dönüştü. Asık suratım yerini ve heyecanımın yerini tatlı gülümseme almıştı. Karşılık verdim ‘’See selam’’. Gözlerimin önüne patlama anında kendimi nasıl bitkin ve çaresiz durumda olduğum geldi. Sinem’i kaybettim düşüncesi aklıma geldi. Sinem kırık sıraların birine oturdu. Pembe çantasını sıranın üstüne bıraktı. Siyah botlarını sırayla bir ileri bir geri sallamaya başladı. Gözlerimi hipnotize olmuş gibi onlardan ayıramıyordum. Birden büyüye devam edercesine sordu.’’ Neden iyi ki varmışım? Ben neden sana yaşama sebebi oluyormuşum? ‘’ diye sordu. Cevabını bildiği soruların cevaplarını tekrar duymak istercesine tekrar etti.’’Neden?’’. Beklediğim soruları tekrar tekrar sorup beni telaşlandırmıştı. Sonunda ne olacaktı. Soğuk terler döküyordum. Boş gözlerle kırık sıraların altında duran kedilere bakıyordum. Sinem kedilerle aramdaki boşluğa kafasını uzatarak’’ Heyy sana diyorum’’ diyerek gülümsedi. Utandım. Suratımdaki boş ifade yerini tebessüme bıraktı. Yanaklarım kızardı. Son tükürüğümü yutkundum. Gözlerinin içine baktım. ‘’Sinem sen beni gör diye basketbol takımına girdim. O salonda bir kez benim için bayrak salla diye her şeyimi vermeye hazırdım. Her gün okuldan çıkıp, bizim aşağı parkta koştum. Bazen burada koşamazsın diye tehdit edildim. Tinerciler parkta ses yapanları sevmezmiş onu anladım. Kaç kere düştüm. Kaç kere ayağa kalktım, Allah bilir. Bak, ayağıma bak bu yara senin yaran. Kaptan olacağım diye herkesle kavga ettim. Tekme yedim kaç kere. Sen beni fark et diye hepsi. Kendimi büyük gördüm. Egoma bilerek yenildim. Ego fayda etmiyormuş onu fark ettim. Senin haberin yoktu belki ama birçok şeyi senin sayende öğrendim. Sen varsın diye hayatıma kimseyi sokmadım. Arkamdan neler neler dediler. Biliyorum. Belki sende bir şeyler dedin. Egoist olduğum için beni sevmediler. Ki öyleydim. Bunu bile bile senin için yaptım. Benden uzak dursunlar diye yaptım. Aklımı çelmeye çalıştılar izin vermedim. Sessizliğimde boğulmak istiyordum. Herkes farkımdaydı, ama kimse bana yaklaşamıyordu. Deneyenler oldu fakat hepsini kovdum. Yanıma gelenleri, aklıma gelenleri kovdum. Çünkü sen vardın orada. Arkadaşım yoktu yalnızdım, olanları da uzaklaştırdım. Kimse kalmadı. Bak bir tek Alper var yanımda onu da sana yakın olmak için kullandım. Çünkü sen vardın, beni fark edene dek sen olacaktın. Kimsenin sevmediği biri olarak şu an karşındayım ve seni seviyorum’’
Bunları söylerken son nefesimi verir gibi heyecanlandım. İçimde bir isyan bayrağı dikildi. Artık ne olacaksa olsun diye içimden geçirdim. Ellerim, gözlerim, ayaklarım, bedenim sanki yıllardır buz kütlesinde duruyormuş gibi sıcakla ilk temas halindeki rahatlamaya kavuştu. Bir isyancının ölmeden önce söyleyeceği son sözleri söyler gibi son sözlerimi söylemiştim. Ya ölüp azad olacaktım, ya da bahtiyar kalacaktım. Ama bildiğim tek şey rahatlamak olmuştu. Rahatlamıştım.
Birden Sinemin ellerinin yüzümde gezdiğini hissettim. Sinem ellerini pürüzsüz yüzümü keşfe çıkar gibi gezdiriyordu. Sıcak elleri yüzümün geçtiği yerleri ısıtıyor, yüzümde tatlı bir koku bırakıyordu. Sol elini aşağı indirdi. Sağ eli hala yüzümdeydi. Yanağımdan usulca kayarken birden elini çekti. Seri bir hareketle işaret parmağı ile burnuma dokundu. Kendimi kaybettim. Sarıldım. Sinem karşılık verdi. ‘’Bende seni seviyorum’’
Sinem tepki vermedi. Sınıfına girdi. Koşu bandı üzerinde koşan bir sporcu gibi yanlış koridorda sınıfıma doğru koşuyordum. Nereye koştuğumun farkında değildim. Sadece enerji kaybediyordum. Kendi sınıfıma nefes nefese girdim. Derse adapte olamıyordum. Aklımda sinem vardı. Yine kaybettim diye düşünürken edebiyat dersinin sonlarına doğru telefonuma mesaj geldi. Ümitsizce mesajı açtım.‘’Okul çıkışı arka bahçeye gel’’ mesajın sonunda Sinem yazıyordu. Sıranın altından Alper’e gösterdim. Alper önce mesaja sonra bana baktı. Gülümsedi. Yine bir şey yememişti. Ağzı kokuyordu. Bende ona gülümsedim. Kravatımı düzeltirken sessizce ‘’Dün gece telefonunu istedi’’dedi. Telefonunu isteme cesaretini gösteremediğim Sinem’de benim telefonum vardı. Üstelik bana mesaj atmıştı. Ders bitti. Hemen çantamı aldım. Arka bahçeye koştum. Kırık sıraların, kırık kalplerin bulunduğu bir çöplüktü burası. Sigara izmaritleri, cips poşetleri, yer yer görülen çimler burayı berbat halinden çıkarıp, benim için Sinem’i bekleme noktası yapmıştı. Bir çıtırdı duydum. Oraya odaklandım. Duvarın arkasından Sinem gülümseyerek ‘’ Selammm’’ dedi. Bir anda bu çöplük yuvası doğal bir cennete dönüştü. Asık suratım yerini ve heyecanımın yerini tatlı gülümseme almıştı. Karşılık verdim ‘’See selam’’. Gözlerimin önüne patlama anında kendimi nasıl bitkin ve çaresiz durumda olduğum geldi. Sinem’i kaybettim düşüncesi aklıma geldi. Sinem kırık sıraların birine oturdu. Pembe çantasını sıranın üstüne bıraktı. Siyah botlarını sırayla bir ileri bir geri sallamaya başladı. Gözlerimi hipnotize olmuş gibi onlardan ayıramıyordum. Birden büyüye devam edercesine sordu.’’ Neden iyi ki varmışım? Ben neden sana yaşama sebebi oluyormuşum? ‘’ diye sordu. Cevabını bildiği soruların cevaplarını tekrar duymak istercesine tekrar etti.’’Neden?’’. Beklediğim soruları tekrar tekrar sorup beni telaşlandırmıştı. Sonunda ne olacaktı. Soğuk terler döküyordum. Boş gözlerle kırık sıraların altında duran kedilere bakıyordum. Sinem kedilerle aramdaki boşluğa kafasını uzatarak’’ Heyy sana diyorum’’ diyerek gülümsedi. Utandım. Suratımdaki boş ifade yerini tebessüme bıraktı. Yanaklarım kızardı. Son tükürüğümü yutkundum. Gözlerinin içine baktım. ‘’Sinem sen beni gör diye basketbol takımına girdim. O salonda bir kez benim için bayrak salla diye her şeyimi vermeye hazırdım. Her gün okuldan çıkıp, bizim aşağı parkta koştum. Bazen burada koşamazsın diye tehdit edildim. Tinerciler parkta ses yapanları sevmezmiş onu anladım. Kaç kere düştüm. Kaç kere ayağa kalktım, Allah bilir. Bak, ayağıma bak bu yara senin yaran. Kaptan olacağım diye herkesle kavga ettim. Tekme yedim kaç kere. Sen beni fark et diye hepsi. Kendimi büyük gördüm. Egoma bilerek yenildim. Ego fayda etmiyormuş onu fark ettim. Senin haberin yoktu belki ama birçok şeyi senin sayende öğrendim. Sen varsın diye hayatıma kimseyi sokmadım. Arkamdan neler neler dediler. Biliyorum. Belki sende bir şeyler dedin. Egoist olduğum için beni sevmediler. Ki öyleydim. Bunu bile bile senin için yaptım. Benden uzak dursunlar diye yaptım. Aklımı çelmeye çalıştılar izin vermedim. Sessizliğimde boğulmak istiyordum. Herkes farkımdaydı, ama kimse bana yaklaşamıyordu. Deneyenler oldu fakat hepsini kovdum. Yanıma gelenleri, aklıma gelenleri kovdum. Çünkü sen vardın orada. Arkadaşım yoktu yalnızdım, olanları da uzaklaştırdım. Kimse kalmadı. Bak bir tek Alper var yanımda onu da sana yakın olmak için kullandım. Çünkü sen vardın, beni fark edene dek sen olacaktın. Kimsenin sevmediği biri olarak şu an karşındayım ve seni seviyorum’’
Bunları söylerken son nefesimi verir gibi heyecanlandım. İçimde bir isyan bayrağı dikildi. Artık ne olacaksa olsun diye içimden geçirdim. Ellerim, gözlerim, ayaklarım, bedenim sanki yıllardır buz kütlesinde duruyormuş gibi sıcakla ilk temas halindeki rahatlamaya kavuştu. Bir isyancının ölmeden önce söyleyeceği son sözleri söyler gibi son sözlerimi söylemiştim. Ya ölüp azad olacaktım, ya da bahtiyar kalacaktım. Ama bildiğim tek şey rahatlamak olmuştu. Rahatlamıştım.
Birden Sinemin ellerinin yüzümde gezdiğini hissettim. Sinem ellerini pürüzsüz yüzümü keşfe çıkar gibi gezdiriyordu. Sıcak elleri yüzümün geçtiği yerleri ısıtıyor, yüzümde tatlı bir koku bırakıyordu. Sol elini aşağı indirdi. Sağ eli hala yüzümdeydi. Yanağımdan usulca kayarken birden elini çekti. Seri bir hareketle işaret parmağı ile burnuma dokundu. Kendimi kaybettim. Sarıldım. Sinem karşılık verdi. ‘’Bende seni seviyorum’’
Ülkede
olan olaylar azalmış. Ufak tefek şeyler dışında şeyler olmuyordu. Aradan geçen
zaman bizi bize daha çok kenetlenmemiz için kamçılamıştı. Eskisi gibi değildim.
Sinem egomu yerle bir etmiş, hayatıma büyük bir renk skalası katmıştı. Okuldan
çıkıp parklarda geziyor, simit ayran alıp sahil kenarında oturuyorduk. Lisenin
en güzel anlarını Sinem’le yaşıyordum. Basketbol takımını bırakmıştım. Alper’de
artık daha keyifli göründüğümü söylüyordu. Geceleri bir şeyler karalıyor
Sinem’i düşünüyordum. Sinem’e mesaj attım.
‘’ Dövüşebilmek o güzellik uğruna.
İşte yüzünde badem çiçekleri,
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
Sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa? Saat 01.12
Kuşkusuz Sinem benim kavgamın vazgeçilmez zaferiydi. Mesaj görüldü. Sinem yazıyor yazısını gördüm. Cevap geldi.
İşte yüzünde badem çiçekleri,
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
Sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa? Saat 01.12
Kuşkusuz Sinem benim kavgamın vazgeçilmez zaferiydi. Mesaj görüldü. Sinem yazıyor yazısını gördüm. Cevap geldi.
‘’Sen benim en masum yanım
dünyamı döndüren
ateşimi yakan
beni ısıtan tek gerçek’’ Saat 01.14
Ertesi sabah okulu kırdık. Erken saatte buluştuk. Babamın cebinden çaldığım yetmiş lira ile Maçka parkında kahvaltı yaptık. Sinem’i sırtıma aldım. Çimenlerin üstünde koştuk. Deliler gibi koşuyor kendimizi yerden yere atıyorduk. Kahkahalarımıza öten kuşlar eşlik ediyordu. Köpeklerini gezdirmeye gelen yaşlı çiftler bize bakıp geçmişlerini hatırlıyor, yüzlerinde kırışık tebessümler oluşturuyorlardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Okul çıkışı gelmişti. Dönmeye karar verdik. Sinem yanağıma bir buse kondurdu. Koluma girdi. Caddeye inince toplanan bir grup miting düzenliyordu. Ellerinde Türk bayrakları hep bir ağızdan ‘’Şehitler ölmez vatan bölünmez’’ diye bağırıyorlardı. Yolumuzun üstünden gittikleri için onlara katıldık. Bir teyze Sinem’e bayrak verdi. Beraber salladık. Bende çantamdaki bayrağı çantamın arkasına astım. Sloganlar atarak yolu bitirdik. Sinem’i eve bıraktım. Akşam yemekte babam cebinden yetmiş lira kayıp olduğunu söyledi. Sessizce haberim yokmuş gibi çorbamı içtim. Babam anlamıştı. Kalktım. Odama giderken ‘’nereye?’’ diye soran babama baktım. ‘’Dersim var’’ diye yanıtladım. Kapıyı kapattım. Facebook’u açtım. Bugün bizimde içinde bulunduğumuz mitingden görüntüleri gördüm. Altındaki yorumları okudum. Hemen hemen bütün yorumlar küfür içerikli lanet mesajlarıydı. Bazı yorumlarda Allah ile Facebook üzerinden konuşmaya çalışan insanlar vardı. Örnek vermem gerekirse ‘’ Allahım sen ülkemize kast edenlere izin verme. Âmin’’. Annemin anlattıkları geldi aklıma. Annem ‘’Dua özeldir. Yalnızken yapılır.’’ derdi. Facebook üzerinden dua edenler bana hep komik gelmiştir bu yüzden. Bu yorumun olduğu bağlantıyı Sinem’e attım. Gülen bir surat ifadesi ile yanıt verdi.
dünyamı döndüren
ateşimi yakan
beni ısıtan tek gerçek’’ Saat 01.14
Ertesi sabah okulu kırdık. Erken saatte buluştuk. Babamın cebinden çaldığım yetmiş lira ile Maçka parkında kahvaltı yaptık. Sinem’i sırtıma aldım. Çimenlerin üstünde koştuk. Deliler gibi koşuyor kendimizi yerden yere atıyorduk. Kahkahalarımıza öten kuşlar eşlik ediyordu. Köpeklerini gezdirmeye gelen yaşlı çiftler bize bakıp geçmişlerini hatırlıyor, yüzlerinde kırışık tebessümler oluşturuyorlardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Okul çıkışı gelmişti. Dönmeye karar verdik. Sinem yanağıma bir buse kondurdu. Koluma girdi. Caddeye inince toplanan bir grup miting düzenliyordu. Ellerinde Türk bayrakları hep bir ağızdan ‘’Şehitler ölmez vatan bölünmez’’ diye bağırıyorlardı. Yolumuzun üstünden gittikleri için onlara katıldık. Bir teyze Sinem’e bayrak verdi. Beraber salladık. Bende çantamdaki bayrağı çantamın arkasına astım. Sloganlar atarak yolu bitirdik. Sinem’i eve bıraktım. Akşam yemekte babam cebinden yetmiş lira kayıp olduğunu söyledi. Sessizce haberim yokmuş gibi çorbamı içtim. Babam anlamıştı. Kalktım. Odama giderken ‘’nereye?’’ diye soran babama baktım. ‘’Dersim var’’ diye yanıtladım. Kapıyı kapattım. Facebook’u açtım. Bugün bizimde içinde bulunduğumuz mitingden görüntüleri gördüm. Altındaki yorumları okudum. Hemen hemen bütün yorumlar küfür içerikli lanet mesajlarıydı. Bazı yorumlarda Allah ile Facebook üzerinden konuşmaya çalışan insanlar vardı. Örnek vermem gerekirse ‘’ Allahım sen ülkemize kast edenlere izin verme. Âmin’’. Annemin anlattıkları geldi aklıma. Annem ‘’Dua özeldir. Yalnızken yapılır.’’ derdi. Facebook üzerinden dua edenler bana hep komik gelmiştir bu yüzden. Bu yorumun olduğu bağlantıyı Sinem’e attım. Gülen bir surat ifadesi ile yanıt verdi.
Üç
ay sonra Sinem ile ilk kavgamızı ettik. Sinema çıkışında Sinem’in suratı
düşmüştü. Filmin etkisi ile yüzünün düştüğünü düşünüyordum. Yan yana yürüyorduk
fakat konuşmuyorduk. Sonunda dayanamayıp sordum. ‘’Ne oldu hayatım?’’.
Yüzündeki ifadeyi değiştirmeden cevap verdi. ‘’ Bir şey yok Olcay’’ dedi. ‘’
Olcay ‘’ diye tekrarladım. Uzun zamandır aşkım, bebeğim, hayatım, bir tanem
kelimelerini kullanan Sinem bir anda Olcay demişti. Yorum yapmadım. Sustuk.
Tramvaya geldik. ‘’ Eve bırakayım’’ dedim. ‘’ İstemiyorum’’ diye yanıtladı. ‘’Ne
oldu peki’’ diye tekrar sordum. ‘’Eve gidince yazarım’’dedi. Tramvaya bindik. ‘’ Kızlar mesaj atmış, Eskido kafeye
çağırdılar’’dedi. ‘’Tamam’’ dedim. Durağıma gelince yanaklarından öptüm.
Tramvaydan indim. Ama içim rahat değildi. Şüphe bombası zihnime düşmüştü.
Hayatımın son şaheseri sebepsizce fikrimde kırılmıştı. Durakta beklemeye
başladım. Aklımda bin bir soru işareti vardı. Yeni bir tramvay gelince binip,
Sinem’in dediği kafeye gidecektim. Evet, bunu yapacaktım. Tramvay farlarını
yakmış yavaş yavaş kararan havada ben buradayım dercesine yaklaşıyordu. Geldi.
Kapı açıldı. Utandım. Yapamadım. Elimle yaptığım bu son eseri kıramadım.
Vazgeçtim. Yürümeye başladım. Durak çıkışına yaklaşırken turnikelere doğru
koşan siyah kalın montu ile hareket eden bir adam fark ettim. Attığı her adımda
sırtındaki çantası sağa sola savruluyordu. Adamın telaşlı ve aceleci tavırları vardı.
Hemen geri döndüm. Kapıyı tutup tramvayın gitmesini engelledim. Belli ki bir
yere yetişmeye çalışıyordu. Kapının arasında ellerimi iki yana açmış adamın
gelmesini bekliyordum. Ara sıra da kafamı geldiği yöne uzatıp nerede olduğuna
bakıyordum. Kafamı uzattım. Adam çantasını eliyle kavrayıp turnikenin üstünden
atladı. Güvenlik görevlisi bulunduğu kabinden telaşla çıkarken içtiği çayı
döktü. ‘’Yandımmm’’diye bağırdı. Adam koşarak bana yaklaştı. Adım adım
yaklaştıkça yüzü kendisini belli ediyordu. Korkmuştum. Ürkünç bir yüzü vardı.
Siyah montu, uzun kıvırcık dağınık saçları, kirli sakalı, siyah çantası, siyah
botları tamamen karanlığa bürünmüş bir siması vardı. Zamana yenilmemek için ona
doğru koşan onunla yarışan bu adam içimde bir ürperti oluşturmuştu. Hala kapıda
bekliyordum. Vatman kornaya bastı. Yolcular bana nefret dolu gözlerle
bakıyordu. Güvenlik görevlisi küfür ediyordu. Adam yanıma geldi. ‘’Lütfen sarı
çizgileri geçmeyiniz’’ yazısının üstünde durdu. Siyah botlarını hareket
ettirdi. Sarı çizgiyi geçti. Tam karşımdaydı. Gözlerindeki karanlığın içinden
ufak bir parıltı saçıldı. Gözlerime baktı. Bozuk bir Türkçe ile ‘’ Sağol abe’’
dedi. Kapıyı bıraktım. İçeri girdi. Kapı kapandı. Bir süre onu izledim. Köşede
kimsenin olmadığı bir yere geçti. Çantasını önüne aldı. Kafasını çantasına
dayadı. Tramvay hareket etti. Pencere kenarından son bir kez ona bakıp
bakmadığıma bakmak için kafasını kaldırdı. Beni gördü. Eliyle selamladı ve
gitti. Eve geldim. Telefonumu kapattım. Yatağa uzandım. Babam içeriden ‘’ Olcay
hadi oğlum yemeğe’’ diye bağırdı. Cevap vermedim. İki saat uyuduktan sonra
uyandım. Telefonumu açtım. Sinem’den mesaj yoktu. Alper mesaj atmıştı.
Okumadım. Telefonu yatağa fırlattım. Uykulu gözlerle salona yöneldim. Annem ve
babam televizyona kitlenmiş ellerinde elma dilimleri ile oturuyorlardı. ‘’ Ne
oluyor’’ diye sordum. Annem ‘’yine patlama olmuş’’ dedi. Babam elindeki elmayı
ağzına götürürken ‘’bunları buraya sokan adamların suçu’’dedi. Elma ağzındaydı
ve suyu dudaklarına bulaşmıştı. Aklıma yine o eski hatıralar geldi. Korkuyla
sordum. ‘’Neresi’’Son dakika yazıları yerini haberlere bırakmıştı. Güzel spiker
yine alımlı makyajı ile belirmişti. Elindeki kartlara baktı ve devam etti.
‘’Eskido kafe patlamasını yapan şahıs ülkeye kaçak yollarla girmiş, yapılan araştırmalar sonucu isminin Ağyar el abda isimli Suriye kökenli bir terörist olduğu saptanmıştır. Arananlar listesinde ismi bulunan Ağyar’ın ülkeye nasıl girdiği henüz bilinmemektedir. Kendimi tutamayıp bağırdım.’’ Hayırrrrrrrrr’’.Şoka girmiştim. Kendimi yerden yere atıyor çığlıklar savuruyordum. Babam ağzındaki elmayı tükürmüş, beni arkamdan tutmuş sakinleştirmeye çalışıyordu. Annem telaşlanmış ne yapacağını bilemediğinden yanında duran kolonya ile kollarıma masaj yapıyordu. Spikerin cümleleri kulağımda yankılanıyordu. Yarı baygın halde babamın kucağındaydım. Ekranda büyük bir resmi beliren teröristi görünce dilim tutuldu. Yarım açık olan gözlerim açıldı. Birden televizyonun ekranına kilitlendim. Sessizleştim. Yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. İçimde parçalanan cam parçaları kalbime saplanıyordu. Sinem ölmüştü. Babama döndüm. Çaresizce baktım. Hıçkırıklarla boğulan sesimle ‘’Baba bu patlamanın sebebi bendim’’.
‘’Eskido kafe patlamasını yapan şahıs ülkeye kaçak yollarla girmiş, yapılan araştırmalar sonucu isminin Ağyar el abda isimli Suriye kökenli bir terörist olduğu saptanmıştır. Arananlar listesinde ismi bulunan Ağyar’ın ülkeye nasıl girdiği henüz bilinmemektedir. Kendimi tutamayıp bağırdım.’’ Hayırrrrrrrrr’’.Şoka girmiştim. Kendimi yerden yere atıyor çığlıklar savuruyordum. Babam ağzındaki elmayı tükürmüş, beni arkamdan tutmuş sakinleştirmeye çalışıyordu. Annem telaşlanmış ne yapacağını bilemediğinden yanında duran kolonya ile kollarıma masaj yapıyordu. Spikerin cümleleri kulağımda yankılanıyordu. Yarı baygın halde babamın kucağındaydım. Ekranda büyük bir resmi beliren teröristi görünce dilim tutuldu. Yarım açık olan gözlerim açıldı. Birden televizyonun ekranına kilitlendim. Sessizleştim. Yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. İçimde parçalanan cam parçaları kalbime saplanıyordu. Sinem ölmüştü. Babama döndüm. Çaresizce baktım. Hıçkırıklarla boğulan sesimle ‘’Baba bu patlamanın sebebi bendim’’.
Yorumlar
Yorum Gönder