Slogan



Yaptığınız her iyiliğin altında bir kötülük yatar.


Babam kapıyı çalınca telaşlanarak, Sinemin profil resmini kapatıp, ’’Gir’’ dedim.  Babam sırtımı sıvazladı.’’Ne yapıyorsun bakalım’’dedi. Gözlerimi bilgisayarın ekranından ayırmadan yanıtladım. ‘’Facebook’da takılıyorum baba, bildiğin şeyler. Kim ne yapmış, ne demiş felan aynı sıradan şeyler işte’’. Aynı zamanda kısık sesle dinlediğim yabancı müzikler de konuşmamın fon müziği olmuştu. Babam ‘’al bakalım şu meyve tabağını’’diyerek elime tabağı uzattı. Ses tonu değişti ‘’Bugün okul yok mu?’’ diye sordu. Üstümdeki pijamayı hafif sıyırdım, ayak bileğimi gösterdim. ‘’Annem anlatmadı mı sana? , geçen maçta bileğim burkuldu. İki gün evdeyim yani’’dedim. Babam ‘’ Annen anlattı ama senden dinlemek istedim. Maç ne oldu bu arada ?’’ diye sorunca, ‘’ ne olacak süper yıldız Olcay Karakuş olmayınca yenildik tabi’’ dedim. Babam güldü. ‘’Ah o potanın altında engellediğim çocuk bileğime basmamış olsay…’’derken, yarım kalan cümlemi tamamlamadan babam oturduğum sandalyeyi sert ve hızlı bir şekilde kendisine doğru çevirdi. Bilgisayar ekranına bakan gözlerim bir anda babamın gözleri ile karşı karşıya kalmıştı. Gözlerini büyütüp ‘’Bahane üretme süper yıldız Olcay Karakuş’’ dedi. Sonra aynı şekilde beni bilgisayar ekranına döndürdü. İçimden akşam görüşürüz baba diye mırıldandım. Kapı kapandı. İnsanın özgüveni kendisinden güçlü birisi karşısına çıkınca bitermiş. Babam kendi özgüveni ile benim özgüvenimi yıkmıştı. Belki de bunu bana göstermişti. Babam odadan çıkınca hiçbir şey olmamış gibi Facebook’u açtım. Sinemin profil resimlerine bakmaya devam ettim. Sinem de benim özgüvenimi yıkan bir detaydı. Telefonumu elime aldım. İnstagrama girdim. Sinem yeni bir video atmıştı. Attığı videoda bir sahil kenarında rüzgârla beraber dalgalanan sarı saçları benim de aklımı dağıtıyordu. Videonun üstünde Beşiktaş sahil yazıyordu. Karşı sınıfın en güzeli, benim için bu lisenin en güzeli oydu. Okulun basketbol takım kaptanı egosu kendisinden büyük olan Olcay Karakuş’u mum gibi yakan güzellik abidesi Sinem Balkan! İnsan bir şeyi elde edince büyüsü bozuluyordu. Fakat bu farklıydı. Her maça çıkarken onun o tribünlerde olup beni izlediğini hayal ederek oynuyordum. Bir gün benim için tribündeki yerini alacaktı. Ellerini benim için birbirine çarpacak, benim için ayağa kalkacaktı. Bu düşünce beni kamçılıyor, bu düşünce sayesinde kendimi motive ediyordum. Telefonum çaldı. Bilgisayardan gelen müziği kıstım. Telefonumun ekranına baktım. Alper arıyordu. Bir süre hücum marşını dinledim. Telefonu açtım. ‘’ Efendim panpa’’dedim. Alper sustu. ‘’Panpa’’ diye tekrar ettim. Alper hızlıca nefes alıp veriyordu. ‘’ Oğ oğ oğlum pat pat pat patlama oldu burada’’ dedi. ‘’ Neredesin nerede patlama oldu oğlum’’dedim. Sesinin titrekleştiği Alper’in korkusu kelimelerine yansıyor, kekelemeye devam ediyordu. ‘’Be be Beşiktaş’ta ‘’diyebildi. Telefon kapandı. Alper whatsapp’tan mesaj gönderdi. ‘’ Konuşacak durumda değilim. Eve koşuyorum. Alper’i aradım. Telefonu kapalıydı. Yanımda duran meyve tabağına baktım. Elmalar kararmış havuçlar pörsümüştü. Zamana mı yenilmişlerdi yoksa ölüyorlar mıydı? İnsanların da zamanla ölmesi gerekmiyor muydu? Bir bomba ile ölen suçsuz günahsız insanların parçalanmış vücutlarını düşündüm. Kendimden utandım. Alper’i bir daha aradım. Yine kapalıydı. Kalktım
. Mutfağa doğru koştum. Bileğimin ağrısını unutmuştum. Avuç içlerim terlemiş yüzüm kızarmıştı. ‘’Anneee patlama olmuş’’ diye bağırdım. Annem kırmızı önlüğünün üstünde duran tencere fotoğrafı ile komik görüntüsünün arkasındaki ciddiyetle sordu.’’Nerede?’’.  Gözlerimdeki korku acaba Alper’e bir şey oldu mu düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Susuz kalmış dudaklarımdan sadece kısık bir sesle ‘’Beşiktaş ta’’diyebildim. Salona geçtik. Televizyonu açtık. Korkulu gözlerle haberlere bakıyorduk. Son dakika yazıları bir bir önümden geçiyordu. ‘’ Sinem’’ diye bağırdım. Kendimi yere bıraktım. Annem yanıma eğildi. ‘’Oğlum ne oldu, ne oldu sakinleş oğlum’’diye bana sarıldı. Gözlerimden dökülen yaşlar annemin siyah pantolonuna düşüyor ve kayboluyordu. Gözyaşlarımın yerini sadece bir ıslaklık belli ediyordu. ‘’Sinem anne sinem Beşiktaştaydı. Ona bir şey olmaz değil mi anne? Ne olur olmasın yaşayamam ben anne lütfen olmasın anne lütfen’’.  Gözlerimi kapattım. Karanlıktan bana bakan Sinem’in sureti karşıma geldi. Gözümün önüne ona sınıf kapısından baktığım anlar, kantin sırasında herkesten önce onun karnı doysun diye yer tutup beklediğim anlar geliyordu. Gözlerimi açtım. Karşımda kırmızı ceketli, sarı saçları, kusursuz bir şekilde yapılmış makyajı ve pürüzsüz yüzü ile duran genç spiker belirdi. Elindeki kartları karıştırdı. İstediği haberi bulmuş gibi gülümsedi. Sonra surat ifadesini değiştirerek ciddiyete büründü. Kulağımdaki çınlamanın arkasından derinlerden gelen ses ‘’ Evet sayın seyirciler son dakika haberi ile programımıza ara veriyoruz. Aldığımız habere göre Beşiktaş’ta olan patlamada çok sayıda ölen ve yaralanan vatandaşımız bulunuyor. Detayları aldıkça size bilgi vermeye devam edeceğiz’’. Kadın sustu. Evlilik programı tekrar başladı. Telefonum çaldı. Odama koştum. Alper arıyordu. Annemde peşimden geldi. Telefonu açtım. Bir yandan ağlıyor bir yandan da iç çekerek nefes almaya çalışıyordum. ‘’Alper, alper ne oldu anlat iyi misin?’’ Alper ilk konuşmamıza oranla daha sakindi. ‘’ İyiyim abi iyiyim evdeyim. Merak etme. Kabataş’tan indik Melis ile Beşiktaş’a gidiyorduk, büyük bir patlama oldu. Büyük dumanlar yükseldi. Çok korktuk. Hemen eve doğru koşmaya başladık. Ne oldu ne bitti şimdi haberlerde öğrendim bende’’ İçimde oluşan buruk sevinç beni tatmin etmiyordu. Ölüm döşeğinde son nefesini alıp verdikten sonra son cümlesini kuran ölüler gibi ‘’Si sinemden haberin varmı Alper? ‘’ diyebildim. ‘’Evet konuştuk. İyiymiş abi merak etme.’’dedi. Annem yüzüme şaşkın gözlerle bakıyordu. Kulağımda yankılanan ‘’iyiymiş abi’’sözü vücuduma enjekte edilmiş can suyu etkisi yaratmıştı. Yatıştım. ‘’Ee dedim Beşiktaş sahilde etiket yapmış kendisini nasıl oluyor’’ dedim. ‘’Abi iki saat önce oradaymış, eve geçince etiket yapmış sinem iyi merak etme’’ dedi. Alper ve Sinem çocukluk arkadaşıydı. Aynı binada oturuyor bazen komşulukların getirdiği uzun yılların etkisi ile birbirlerine akşam yemeğine gidiyorlardı. Benim hislerimi bilen Alper benim sorularıma anlayış içerisinde cevaplar veriyor beni teselli ediyordu.’’Ohhhh bee’’dedim.

            Aradan zaman geçmiş olaylar unutulmaya yüz tutmuştu. İçimde ölen insanların yasını tutan milliyetçi biri belirdi. Çantama küçük bir Türk bayrağı eklemiştim. Okula gidip geliyordum. Olaydan sonra Sinem’i canlı kanlı karşımda ilk kez görünce ‘’ İyi ki varsın, bana yaşama sebebi veriyorsun’’ dedim. Bu kadar açık sözlü olmak bazen insanı korkutur. Fazla egonun sonu hep kaybetmektir.
Sinem tepki vermedi. Sınıfına girdi. Koşu bandı üzerinde koşan bir sporcu gibi yanlış koridorda sınıfıma doğru koşuyordum. Nereye koştuğumun farkında değildim. Sadece enerji kaybediyordum. Kendi sınıfıma nefes nefese girdim. Derse adapte olamıyordum. Aklımda sinem vardı. Yine kaybettim diye düşünürken edebiyat dersinin sonlarına doğru telefonuma mesaj geldi. Ümitsizce mesajı açtım.‘’Okul çıkışı arka bahçeye gel’’ mesajın sonunda Sinem yazıyordu. Sıranın altından Alper’e gösterdim. Alper önce mesaja sonra bana baktı. Gülümsedi. Yine bir şey yememişti. Ağzı kokuyordu. Bende ona gülümsedim. Kravatımı düzeltirken sessizce ‘’Dün gece telefonunu istedi’’dedi. Telefonunu isteme cesaretini gösteremediğim Sinem’de benim telefonum vardı. Üstelik bana mesaj atmıştı. Ders bitti. Hemen çantamı aldım. Arka bahçeye koştum. Kırık sıraların, kırık kalplerin bulunduğu bir çöplüktü burası. Sigara izmaritleri, cips poşetleri, yer yer görülen çimler burayı berbat halinden çıkarıp, benim için Sinem’i bekleme noktası yapmıştı. Bir çıtırdı duydum. Oraya odaklandım. Duvarın arkasından Sinem gülümseyerek ‘’ Selammm’’ dedi. Bir anda bu çöplük yuvası doğal bir cennete dönüştü. Asık suratım yerini ve heyecanımın yerini tatlı gülümseme almıştı. Karşılık verdim ‘’See selam’’. Gözlerimin önüne patlama anında kendimi nasıl bitkin ve çaresiz durumda olduğum geldi. Sinem’i kaybettim düşüncesi aklıma geldi. Sinem kırık sıraların birine oturdu. Pembe çantasını sıranın üstüne bıraktı. Siyah botlarını sırayla bir ileri bir geri sallamaya başladı. Gözlerimi hipnotize olmuş gibi onlardan ayıramıyordum. Birden büyüye devam edercesine sordu.’’ Neden iyi ki varmışım? Ben neden sana yaşama sebebi oluyormuşum? ‘’ diye sordu. Cevabını bildiği soruların cevaplarını tekrar duymak istercesine tekrar etti.’’Neden?’’. Beklediğim soruları tekrar tekrar sorup beni telaşlandırmıştı. Sonunda ne olacaktı. Soğuk terler döküyordum. Boş gözlerle kırık sıraların altında duran kedilere bakıyordum. Sinem kedilerle aramdaki boşluğa kafasını uzatarak’’ Heyy sana diyorum’’ diyerek gülümsedi. Utandım. Suratımdaki boş ifade yerini tebessüme bıraktı. Yanaklarım kızardı. Son tükürüğümü yutkundum. Gözlerinin içine baktım. ‘’Sinem sen beni gör diye basketbol takımına girdim. O salonda bir kez benim için bayrak salla diye her şeyimi vermeye hazırdım. Her gün okuldan çıkıp, bizim aşağı parkta koştum. Bazen burada koşamazsın diye tehdit edildim. Tinerciler parkta ses yapanları sevmezmiş onu anladım. Kaç kere düştüm. Kaç kere ayağa kalktım, Allah bilir. Bak, ayağıma bak bu yara senin yaran. Kaptan olacağım diye herkesle kavga ettim. Tekme yedim kaç kere. Sen beni fark et diye hepsi. Kendimi büyük gördüm. Egoma bilerek yenildim. Ego fayda etmiyormuş onu fark ettim. Senin haberin yoktu belki ama birçok şeyi senin sayende öğrendim. Sen varsın diye hayatıma kimseyi sokmadım. Arkamdan neler neler dediler. Biliyorum. Belki sende bir şeyler dedin. Egoist olduğum için beni sevmediler. Ki öyleydim. Bunu bile bile senin için yaptım. Benden uzak dursunlar diye yaptım. Aklımı çelmeye çalıştılar izin vermedim. Sessizliğimde boğulmak istiyordum. Herkes farkımdaydı, ama kimse bana yaklaşamıyordu. Deneyenler oldu fakat hepsini kovdum. Yanıma gelenleri, aklıma gelenleri kovdum. Çünkü sen vardın orada. Arkadaşım yoktu yalnızdım, olanları da uzaklaştırdım. Kimse kalmadı. Bak bir tek Alper var yanımda onu da sana yakın olmak için kullandım. Çünkü sen vardın, beni fark edene dek sen olacaktın. Kimsenin sevmediği biri olarak şu an karşındayım ve seni seviyorum’’
            Bunları söylerken son nefesimi verir gibi heyecanlandım. İçimde bir isyan bayrağı dikildi. Artık ne olacaksa olsun diye içimden geçirdim. Ellerim, gözlerim, ayaklarım, bedenim sanki yıllardır buz kütlesinde duruyormuş gibi sıcakla ilk temas halindeki rahatlamaya kavuştu. Bir isyancının ölmeden önce söyleyeceği son sözleri söyler gibi son sözlerimi söylemiştim. Ya ölüp azad olacaktım, ya da bahtiyar kalacaktım. Ama bildiğim tek şey rahatlamak olmuştu. Rahatlamıştım.
Birden Sinemin ellerinin yüzümde gezdiğini hissettim. Sinem ellerini pürüzsüz yüzümü keşfe çıkar gibi gezdiriyordu. Sıcak elleri yüzümün geçtiği yerleri ısıtıyor, yüzümde tatlı bir koku bırakıyordu. Sol elini aşağı indirdi. Sağ eli hala yüzümdeydi. Yanağımdan usulca kayarken birden elini çekti. Seri bir hareketle işaret parmağı ile burnuma dokundu. Kendimi kaybettim. Sarıldım. Sinem karşılık verdi. ‘’Bende seni seviyorum’’



            Ülkede olan olaylar azalmış. Ufak tefek şeyler dışında şeyler olmuyordu. Aradan geçen zaman bizi bize daha çok kenetlenmemiz için kamçılamıştı. Eskisi gibi değildim. Sinem egomu yerle bir etmiş, hayatıma büyük bir renk skalası katmıştı. Okuldan çıkıp parklarda geziyor, simit ayran alıp sahil kenarında oturuyorduk. Lisenin en güzel anlarını Sinem’le yaşıyordum. Basketbol takımını bırakmıştım. Alper’de artık daha keyifli göründüğümü söylüyordu. Geceleri bir şeyler karalıyor Sinem’i düşünüyordum. Sinem’e mesaj attım.
‘’ Dövüşebilmek o güzellik uğruna.
İşte yüzünde badem çiçekleri,
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
Sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa? Saat 01.12

Kuşkusuz Sinem benim kavgamın vazgeçilmez zaferiydi. Mesaj görüldü. Sinem yazıyor yazısını gördüm. Cevap geldi.
‘’Sen benim en masum yanım
dünyamı döndüren
ateşimi yakan
beni ısıtan tek gerçek’’ Saat 01.14

            Ertesi sabah okulu kırdık. Erken saatte buluştuk. Babamın cebinden çaldığım yetmiş lira ile Maçka parkında kahvaltı yaptık. Sinem’i sırtıma aldım. Çimenlerin üstünde koştuk. Deliler gibi koşuyor kendimizi yerden yere atıyorduk. Kahkahalarımıza öten kuşlar eşlik ediyordu. Köpeklerini gezdirmeye gelen yaşlı çiftler bize bakıp geçmişlerini hatırlıyor, yüzlerinde kırışık tebessümler oluşturuyorlardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Okul çıkışı gelmişti. Dönmeye karar verdik. Sinem yanağıma bir buse kondurdu. Koluma girdi. Caddeye inince toplanan bir grup miting düzenliyordu. Ellerinde Türk bayrakları hep bir ağızdan ‘’Şehitler ölmez vatan bölünmez’’ diye bağırıyorlardı. Yolumuzun üstünden gittikleri için onlara katıldık. Bir teyze Sinem’e bayrak verdi. Beraber salladık. Bende çantamdaki bayrağı çantamın arkasına astım. Sloganlar atarak yolu bitirdik. Sinem’i eve bıraktım. Akşam yemekte babam cebinden yetmiş lira kayıp olduğunu söyledi. Sessizce haberim yokmuş gibi çorbamı içtim. Babam anlamıştı. Kalktım. Odama giderken ‘’nereye?’’ diye soran babama baktım. ‘’Dersim var’’ diye yanıtladım. Kapıyı kapattım. Facebook’u açtım. Bugün bizimde içinde bulunduğumuz mitingden görüntüleri gördüm. Altındaki yorumları okudum. Hemen hemen bütün yorumlar küfür içerikli lanet mesajlarıydı. Bazı yorumlarda Allah ile Facebook üzerinden konuşmaya çalışan insanlar vardı. Örnek vermem gerekirse ‘’ Allahım sen ülkemize kast edenlere izin verme. Âmin’’. Annemin anlattıkları geldi aklıma. Annem ‘’Dua özeldir. Yalnızken yapılır.’’ derdi. Facebook üzerinden dua edenler bana hep komik gelmiştir bu yüzden. Bu yorumun olduğu bağlantıyı Sinem’e attım. Gülen bir surat ifadesi ile yanıt verdi.


            Üç ay sonra Sinem ile ilk kavgamızı ettik. Sinema çıkışında Sinem’in suratı düşmüştü. Filmin etkisi ile yüzünün düştüğünü düşünüyordum. Yan yana yürüyorduk fakat konuşmuyorduk. Sonunda dayanamayıp sordum. ‘’Ne oldu hayatım?’’. Yüzündeki ifadeyi değiştirmeden cevap verdi. ‘’ Bir şey yok Olcay’’ dedi. ‘’ Olcay ‘’ diye tekrarladım. Uzun zamandır aşkım, bebeğim, hayatım, bir tanem kelimelerini kullanan Sinem bir anda Olcay demişti. Yorum yapmadım. Sustuk. Tramvaya geldik. ‘’ Eve bırakayım’’ dedim. ‘’ İstemiyorum’’ diye yanıtladı. ‘’Ne oldu peki’’ diye tekrar sordum. ‘’Eve gidince yazarım’’dedi.  Tramvaya bindik.  ‘’ Kızlar mesaj atmış, Eskido kafeye çağırdılar’’dedi. ‘’Tamam’’ dedim. Durağıma gelince yanaklarından öptüm. Tramvaydan indim. Ama içim rahat değildi. Şüphe bombası zihnime düşmüştü. Hayatımın son şaheseri sebepsizce fikrimde kırılmıştı. Durakta beklemeye başladım. Aklımda bin bir soru işareti vardı. Yeni bir tramvay gelince binip, Sinem’in dediği kafeye gidecektim. Evet, bunu yapacaktım. Tramvay farlarını yakmış yavaş yavaş kararan havada ben buradayım dercesine yaklaşıyordu. Geldi. Kapı açıldı. Utandım. Yapamadım. Elimle yaptığım bu son eseri kıramadım. Vazgeçtim. Yürümeye başladım. Durak çıkışına yaklaşırken turnikelere doğru koşan siyah kalın montu ile hareket eden bir adam fark ettim. Attığı her adımda sırtındaki çantası sağa sola savruluyordu. Adamın telaşlı ve aceleci tavırları vardı. Hemen geri döndüm. Kapıyı tutup tramvayın gitmesini engelledim. Belli ki bir yere yetişmeye çalışıyordu. Kapının arasında ellerimi iki yana açmış adamın gelmesini bekliyordum. Ara sıra da kafamı geldiği yöne uzatıp nerede olduğuna bakıyordum. Kafamı uzattım. Adam çantasını eliyle kavrayıp turnikenin üstünden atladı. Güvenlik görevlisi bulunduğu kabinden telaşla çıkarken içtiği çayı döktü. ‘’Yandımmm’’diye bağırdı. Adam koşarak bana yaklaştı. Adım adım yaklaştıkça yüzü kendisini belli ediyordu. Korkmuştum. Ürkünç bir yüzü vardı. Siyah montu, uzun kıvırcık dağınık saçları, kirli sakalı, siyah çantası, siyah botları tamamen karanlığa bürünmüş bir siması vardı. Zamana yenilmemek için ona doğru koşan onunla yarışan bu adam içimde bir ürperti oluşturmuştu. Hala kapıda bekliyordum. Vatman kornaya bastı. Yolcular bana nefret dolu gözlerle bakıyordu. Güvenlik görevlisi küfür ediyordu. Adam yanıma geldi. ‘’Lütfen sarı çizgileri geçmeyiniz’’ yazısının üstünde durdu. Siyah botlarını hareket ettirdi. Sarı çizgiyi geçti. Tam karşımdaydı. Gözlerindeki karanlığın içinden ufak bir parıltı saçıldı. Gözlerime baktı. Bozuk bir Türkçe ile ‘’ Sağol abe’’ dedi. Kapıyı bıraktım. İçeri girdi. Kapı kapandı. Bir süre onu izledim. Köşede kimsenin olmadığı bir yere geçti. Çantasını önüne aldı. Kafasını çantasına dayadı. Tramvay hareket etti. Pencere kenarından son bir kez ona bakıp bakmadığıma bakmak için kafasını kaldırdı. Beni gördü. Eliyle selamladı ve gitti. Eve geldim. Telefonumu kapattım. Yatağa uzandım. Babam içeriden ‘’ Olcay hadi oğlum yemeğe’’ diye bağırdı. Cevap vermedim. İki saat uyuduktan sonra uyandım. Telefonumu açtım. Sinem’den mesaj yoktu. Alper mesaj atmıştı. Okumadım. Telefonu yatağa fırlattım. Uykulu gözlerle salona yöneldim. Annem ve babam televizyona kitlenmiş ellerinde elma dilimleri ile oturuyorlardı. ‘’ Ne oluyor’’ diye sordum. Annem ‘’yine patlama olmuş’’ dedi. Babam elindeki elmayı ağzına götürürken ‘’bunları buraya sokan adamların suçu’’dedi. Elma ağzındaydı ve suyu dudaklarına bulaşmıştı. Aklıma yine o eski hatıralar geldi. Korkuyla sordum. ‘’Neresi’’Son dakika yazıları yerini haberlere bırakmıştı. Güzel spiker yine alımlı makyajı ile belirmişti. Elindeki kartlara baktı ve devam etti.
‘’Eskido kafe patlamasını yapan şahıs ülkeye kaçak yollarla girmiş, yapılan araştırmalar sonucu isminin Ağyar el abda isimli Suriye kökenli bir terörist olduğu saptanmıştır. Arananlar listesinde ismi bulunan Ağyar’ın ülkeye nasıl girdiği henüz bilinmemektedir. Kendimi tutamayıp bağırdım.’’ Hayırrrrrrrrr’’.Şoka girmiştim.  Kendimi yerden yere atıyor çığlıklar savuruyordum. Babam ağzındaki elmayı tükürmüş, beni arkamdan tutmuş sakinleştirmeye çalışıyordu. Annem telaşlanmış ne yapacağını bilemediğinden yanında duran kolonya ile kollarıma masaj yapıyordu. Spikerin cümleleri kulağımda yankılanıyordu. Yarı baygın halde babamın kucağındaydım.  Ekranda büyük bir resmi beliren teröristi görünce dilim tutuldu. Yarım açık olan gözlerim açıldı. Birden televizyonun ekranına kilitlendim. Sessizleştim. Yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. İçimde parçalanan cam parçaları kalbime saplanıyordu. Sinem ölmüştü. Babama döndüm. Çaresizce baktım. Hıçkırıklarla boğulan sesimle ‘’Baba bu patlamanın sebebi bendim’’.

Yorumlar