Saadet içeriye geçince bende pencere kenarında duran tekli
koltuğa oturdum. Üstümdeki ağırlık dinmiyor, uykum geliyordu. Yanımda duran
kitaplıktan elime geçen ilk kitabı aldım. Hafifçe pencereyi açtım. ‘’Saadettt’’
diye seslendim. Ses gelmedi. Sanırım uyumuştu. Kitap kapağını hafifçe araladım.
Kitabın önsözünü atladım. On yedinci sayfa geldim. Açılış bölümünü okumaya
başladım. Biraz zaman geçtikten sonra uykuya daldım. Çok uyuduğumu sandığım bir
an da pencere kenarına düşen su damlacıklarının yüzüme, koluma ve ellerime
düşmesi ile uyandım. Kulağımda yankılanan şıp şıp şıp şıp sesleri sanki bir
şelale kenarında olduğum hissini uyandırdı bende. Ayağa kalktım. Üstümde duran
kitap yere düştü. Perdeyi araladım. Şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış,
gökyüzü karanlığa bürünmüştü. Pencere
kenarında bulunan mermerde küçük küçük su birikintileri oluşmuştu. Tekrar
‘’Saadetttt’’ diye bağırdım. Ses gelmedi. Pencereyi kapatmak için hamle yapacakken
sokağın başında duran sokak lambasının altında duran bir çocuğu gördüm. Bu
sağanak yağış altında sırılsıklam olan bu çocuk ne yapıyordu. Pencereyi sonuna
kadar açtım. Kafamı yağmurun altına uzattım. Kırlaşmış olan saçlarım ve yer yer
boşlukların olduğu kafamda yağan yağmurun her zerresini hissediyordum. Çocuk
kendinden büyük olan bir çuvalın içine kafasını sokmuş ıslanan bedenine
aldırmayarak hızlı hızlı bir şeyler arıyordu. ‘’Heyy küçükkkk’’ diye seslendim.
Duymadı. ‘’Öhöm öhhöööm hey küçük’’ diye daha gür bir şekilde bağırdım. Sesim kulaklarına
ulaşmış olacak ki kafasını çuvaldan çıkarıp sesin nereden geldiğini anlamaya
çalıştı. ‘’Hey buradayım küçük’’ diye tekrar bağırdım. El salladım. Bu sefer beni
fark etti. Ürkek bir tavşan gibi sokak lambasının altında boş gözlerle
bulunduğum pencereye doğru baktı. Sonra çuvalın içinden bir şeyler çıkardı.
Cebine doldurdu. Gözlüklerim diğer odada olduğu için gözlerim uzağı iyi
seçemiyordu. Fakat çıkardığı nesne sanırım yuvarlaktı. Çuvalın ağzını elleriyle
bağlayıp sırtına yükledi. Ağır ağır bana doğru yaklaşıyordu. Lambanın altından
uzaklaştıkça aydınlanan bedeni karanlığa gömülüyordu. Kafam iyice ıslanmıştı. O
gelmeden hızlıca içeri girdim. Banyoya yöneldim. Havlu alıp geri döndüm. Kafamı
kurulamaya başladım. Tekrar pencere kenarına geldim. Çocuk ağır ağır yaklaşırken
evin önündeki sokak lambası karanlıktan kurtulan çocuğu tekrar aydınlatıyordu.
Bedeni tekrar buradayım der gibi ışıldıyordu. Aydınlanan yerlerin altında
yağmurun ne kadar şiddetli yağdığı daha çok fark ediliyordu. Çocuk pencere
kenarına gelince ay gibi parlayan yüzünü yukarı kaldırdı. Islanan bedeni
sırılsıklam olmuş cebine koyduğu elma yere düşmüştü. Çuvalı kenara bırakıp
yuvarlanan elmanın peşinden koşmaya başladı. Az ilerde elmayı yakaladı.
Yüzündeki gülümseme ile tekrar çuvalın olduğu yere geldi. Onu büyük bir
dikkatle izliyordum. Artık ıslanmak umurumda değildi. Elimdeki havluyu içeriye
doğru fırlattım. Çocuk kafasını kaldırdı. Yüzüne vuran yağmur damlaları
yüzünden gözlerini açamıyordu. Eliyle siper etti. ‘’Buyur amca’’ dedi. Sonra
diğer eliyle elmadan bir ısırık aldı. Kafasını eğdi. Çocuğa ‘’bu yağmur altında
ne yapıyorsun, hasta olacaksın’’ dedim. Eliyle yüzünü tekrar siper etmeye
çalıştı. Bana bakmaya çalışıyordu. Fakat küçük parmaklarının arasından yüzüne
damlayan yağmur damlaları izin vermiyordu. Boyna koluyla yüzünü siliyordu. ‘’
Evime gidiyorum amca ‘’dedi. Elmadan bir ısırık daha aldı. ‘’Yukarı gel’’
dedim. Sekiz dokuz yaşlarında olan bu çocukta farklı bir şeyler görüp onu eve
davet etmiştim. Aramızda altmış yaş kadar vardı. Bu yağmurda bu çocuktan başka
birini bulamazdım. Birini anlamak için. Tekrar yüzünü siper etti. ‘’Olmaz’’
diye yanıtladı. Haklıydı ama yine de ‘’neden?’’ diye sordum. Kafasını sağa sola
sallamaya başladı. Uzamış saçlarından dağılan yağmur taneleri yağan yağmura
karışıyordu. ‘’Çünkü insanlara güvenmiyorum’’ diye bağırdı. ‘’Yukarı gelirsen
sana insan olmadığımı kanıtlayabilirim’’dedim. Çocuk elmadan bir ısırık daha
aldı. Sonra bir ısırık daha aldı. Sadece ortası kalmış elmayı yere fırlattı.
Elma yağmur sularına kapıldı ve sürüklenerek gözden uzaklaştı. Çocuk ne
olacaksa olsun der gibi çuvalı sırtladı. Bina kapısının önüne geçti. İçeri
geçtim. Pencereyi kapattım. Perdeyi çektim. Kapıya yöneldim. Otomatiğe bastım.
Zıttttt diye bir sesle kapı açıldı ve kapandı. Bende kapıyı açtım. Çocuğu
karşılamak için üstümü düzeltmeye başladım. Biraz sonra merdiven başında çocuk
belirdi. Sırtına yüklediği çuvalı zar zor taşıyordu. Attığı her adımda geçtiği
yerler ıslanıyor ufak bir su birikintisi bırakıyordu. Küçük bedenini süzdüm. Bu
kadar yükün altında hala yaşamak için çırpınıyordu. Üşümüş bedeni heyecanla
karışık titriyordu. Kapıya yaklaştı. Çuvalı yere bıraktı. Bu sefer yüzüme
bakabildi. Yanaklarından süzülen yağmur damlaları onu rahatsız etmiyordu.
Masmavi gözleri, yüzüyle orantılı küçük bir burnu vardı. Gülümsedim. O gülmedi.
Sessizce ‘’İçeri gel’’ dedim. Tereddütle birlikte içeriden gelen sıcak hava onu
etkiledi. Çuvalın yanından ağır adımlarla içeri doğru yürümeye başladı. O
girince bende bıraktığı çuvalı ucundan kavradım. İçeri aldım. Kapıyı kapattım.
Kapının önünde beni bekliyordu. ‘’Gel bakalım’’dedim. Banyoya girdik. Dolaptan
çıkardığım havlular ile kafasını kurulamaya başladım. Kurulandıkça daha da
güzel olduğu kanısına vardım. Ne yapıyordum ben? Kim olduğunu bilmediğim bir
çocuğu eve almış, üstüne üstlük ona insan olmadığımı kanıtlamaya çalışmak gibi
saçma bir düşünce üzerine eve davet etmiştim. Ya ailesi onu ararsa, ya da
belalı bir tipin çocuğu ise diye düşünmeden edemedim. Ama onu kuruladıkça
yüzünün berraklığı ortaya çıkıyor, sanki elmasa dönüşen bir kömür parçası gibi
karşımda duruyordu. İyice kuruladıktan sonra cılız bir hapşırma sesi ile yanıt
verdi. Kirlenmiş olan üstündekileri çıkardım. Ona beklemesini söyledim. Yatak
odasına girdim. Saadet uyuyordu. Diz çöktüm. Sessizce eski sandığın kapağını
açtım. Sandıktan hafif bir gıcırtı geldi. Beyaz bir örtü karşıladı beni. Örtüyü
kaldırdım. Ölen oğlumun pijamalarını elime aldım. Bir süre kokladım. Gözlerim
doldu. Kokusunu içime her çektiğimde gözlerimin önünde beliren Hakanımın
görüntüsü beni mutlu ediyordu. Ayağa kalktım. Banyoya yöneldim. Pijamaları
çocuğa uzattım. ‘’Üstünü değiştir hasta olmadan’’ dedim. Banyo kapısını
kapattım. Pencere kenarına geçtim. Gözlerimle yere fırlattığım havluyu aradım.
Televizyonun yanındaki eski minderin üstünde duruyordu. Aldım. Saçlarımı ve
yüzümü kuruladım. Tekli koltuğa oturdum. Biraz sonra banyo kapısı açıldı. Çocuk
ürkek adımlarla yanıma gelmeye başladı. Verdiğim pijamalar biraz büyük olmuştu.
Küçük elleri, ayakları pijamanın içinde kaybolmuştu. Yürürken pijamanın ucuna
bastı. Sendeledi. Düşmedi. Kalktım. Onu kucağıma aldım. Kanepeye yatırdım. Öyle
yorgun öyle bitkin kalmıştı ki uyuya kaldı. Üstünü örttüm.
Sabah altı sularında uyandı. Bütün gece hiç uyumamış onun
uyanmasını izlemek için beklemiştim. Gözlerini açtı. Masmavi bir deniz gibi
olan gözleri ile dalgın dalgın yüzüme baktı. Öksürdü. Birden doğruldu.
‘’Neredeyim ben?’’ diye sordu. Sıcaktan mı yoksa hasta olduğunun habercisi
miydi yanaklarının kızarıklığı acaba diye düşünmeye başladım. ‘’Sakin ol emin
ellerdesin’’diye yanıtladım. Meraklı gözlerle etrafa bakmaya başladı. Sonra
yüzüme çevirdi kafasını. Dün geceyi anımsayacak olmalı ki elleriyle üstündeki
kıyafetleri yoklamaya başladı. ‘’Çuvalım nerede?’’ diye sordu. Elimle kapının
girişinde duran çuvalını gösterdim. İçi rahatlayacak olacak ki yüzündeki
sıkıntılı ifade bir nebze düzeldi. ‘’Ne var o çuvalda?’’ diye sordum. Kafasını
önüne eğdi. ‘’Hiç’’ diye yanıtladı. Bu soru canını sıkmış olmalı ki hemen
konuyu kendime getirdim. ‘’Sana dün gece insan olmadığı mı kanıtlayacağımı
söylemiştim hatırladın mı?’'Kafasını aşağı yukarı hareket ettirerek onayladı.
Diz çöktüğüm yerden kalktım. Bir tabure aldım. Kanepenin yanına oturdum. Onunla
aynı hizaya geldim. Ellerimi kaldırdım. Avuç içlerimi gösterdim. Anlamamış
gibiydi. Ellerimle ellerini kavradım. Yan yana gelecek şekilde avuç içlerimizi
kıyaslar gibi ona gösterdim. Onun bebeksi avuç içlerinin yanında benim nasırlı,
çizgilerinin belli olduğu avuç içlerimiz yan yanaydı. Sonra konuya girdim.
‘’Bak benim ellerim nasırlı senin ellerin ne kadar güzel fark ettin mi? Benim
dedem nasır ölüme işarettir derdi. Nasır çok çalışmak, yıpranmak, hayatın son
anlarına yaklaşmaktır. Yirmi sene maden ocaklarında çalıştım. Bu ellerim ne
dert ne keder ne toz ne toprak gördü. Kömür karası ile uğraşmaktan kapkaranlık
bir yaşantım oldu. Oğlum beyin felci geçirdi. Bu ellerim onun için yüzümdeki
gözyaşları ile ıslandı. Utanmadı. Toprağa verdi. Ne anladım bu hayattan dersen
kocaman bir hiç diye yanıtlardım. Şimdi oğlum olsaydı da sana baktığım gibi
bakabilseydim ona’’dedim.
Hafif doğruldu. Üstündeki örtüyü kaldırdı. Uzattığı bacaklarını karnına doğru çekti. ‘’Sen ölecek misin amca?’’ diye sordu. Sustum. Bu soruyu yanıtlamak istemedim. Israrla tekrar sordu. ‘’Sen ölecek misin amca?’’ Kafamı eğdim. ‘’Belki de’’ diye yanıtladım. Konuyu dağıtmak adına bir hamle yapmam gerekliydi. Kafamda olan ilk soruyu sordum. ‘’Dün gece o yoğun yağmur altında nereden geliyordun ve nereye gidiyordun?’’ Etrafa boş bakışlar atmaya başladı. Devam ettim. ‘’ Seni bu yağmur altında boyundan büyük bir çuvalla sokaklara çıkaran sebep neydi?’’ Öksürdü. ‘’Babam’’ diye yanıtladı. Ellerimi dizlerime koydum. İlk başta babasının kötü biri olduğu düşüncesi aklımın ücra noktalarına saldırmaya başladı. Sonra devam etmesini teşvik etmesi için susup bekledim. ‘’ Benim babam hasta, üç tane kardeşim var. Annem ise başka bir adamla kaçtı. Dün gece dağılmış bir pazar yerinden attıkları elma, domates, biber, patatesleri topladım. Ama amca yemin ederim ki çalmadım. Atmışlar hep yerlere bunları. Yerlerden topladım. Çuvalı da eski bir tren garında buldum. Yemin ederim amca. Onları kardeşlerime götürüyordum.’’
Yaşadığım ufak sarsıntı beni telaşlandırmıştı. Çocuğu alı koyduğumu düşünmeye başladım. Ama sorular sorma isteğim daha fazla artmıştı. Kendimi tutamadım. ‘’Babanın nesi varmış’’diye sordum. ‘’ Benim babam evin aşağısındaki mahallede küçük bir park var. Onun alt sokağındaki inşaatta çalışıyordu. Bir gün eve getirdiler. Her yerini sarmışlar. Dediğine göre düşmüş. İki ay yatacakmış. Son zamanlarda evde yiyecek bir şey olmadığı için bende sokaklardan yiyecek buluyordum.’’ Dedi. Gözlerim dolmuştu. Kelimeler dudaklarımdan dışarı adım atamayacak kadar güçsüzleşti. İçimde yanan ateş harlandı. Oğlum hakan gözlerimin önüne geldi. Onunla konuşuyor gibi hissetmeye başladım. Sonra yutkunup bir soru sormaya daha niyetlendim. ‘’Peki, her şeyi anladım. Bu kadar yokluk içinde nasıl geçiniyorsunuz?’’ diye sordum.
Adını bile henüz bilmediğim bu küçük çocuk ayağa kalktı. Gözleriyle kıyafetlerini aradı. Bulamadı. Çıkış kapısına yöneldi. Kapı kenarında duran ayakkabılarını giymeye başladı. Oturduğum yerden gözlerimle onu takip ediyordum. Islak çuvalını omzuna aldı. Benim bakışlarıma bakışlarıyla karşılık verdi. Gözlerini gülerek kırpıştırdı. ‘’Daha az yiyoruz amca’’dedi.
Ilık ılık esen rüzgârı hissediyordum. Fakat hala uyuyor olmalıydım. Bir el beni sarsıyordu. Kulaklarımda yankılanan bir ses ‘’ Hayatiiiii yine uyuya kalmışsın yahu’’ dedi. Gözlerimi açtım. Saadet karşımdaydı. Etrafa baktım. ‘’Çocuk nerede?’’ diye sordum. Saadet pencereyi kapattı. ‘’ Ne çocuğu be yine rüya mı gördün’’ diye yanıtladı. Yerde duran kitabı aldı. Kitaplığa koydu. Sonra da etrafı toplamaya başladı. Ben ise rüya olmadığına emindim.
Hafif doğruldu. Üstündeki örtüyü kaldırdı. Uzattığı bacaklarını karnına doğru çekti. ‘’Sen ölecek misin amca?’’ diye sordu. Sustum. Bu soruyu yanıtlamak istemedim. Israrla tekrar sordu. ‘’Sen ölecek misin amca?’’ Kafamı eğdim. ‘’Belki de’’ diye yanıtladım. Konuyu dağıtmak adına bir hamle yapmam gerekliydi. Kafamda olan ilk soruyu sordum. ‘’Dün gece o yoğun yağmur altında nereden geliyordun ve nereye gidiyordun?’’ Etrafa boş bakışlar atmaya başladı. Devam ettim. ‘’ Seni bu yağmur altında boyundan büyük bir çuvalla sokaklara çıkaran sebep neydi?’’ Öksürdü. ‘’Babam’’ diye yanıtladı. Ellerimi dizlerime koydum. İlk başta babasının kötü biri olduğu düşüncesi aklımın ücra noktalarına saldırmaya başladı. Sonra devam etmesini teşvik etmesi için susup bekledim. ‘’ Benim babam hasta, üç tane kardeşim var. Annem ise başka bir adamla kaçtı. Dün gece dağılmış bir pazar yerinden attıkları elma, domates, biber, patatesleri topladım. Ama amca yemin ederim ki çalmadım. Atmışlar hep yerlere bunları. Yerlerden topladım. Çuvalı da eski bir tren garında buldum. Yemin ederim amca. Onları kardeşlerime götürüyordum.’’
Yaşadığım ufak sarsıntı beni telaşlandırmıştı. Çocuğu alı koyduğumu düşünmeye başladım. Ama sorular sorma isteğim daha fazla artmıştı. Kendimi tutamadım. ‘’Babanın nesi varmış’’diye sordum. ‘’ Benim babam evin aşağısındaki mahallede küçük bir park var. Onun alt sokağındaki inşaatta çalışıyordu. Bir gün eve getirdiler. Her yerini sarmışlar. Dediğine göre düşmüş. İki ay yatacakmış. Son zamanlarda evde yiyecek bir şey olmadığı için bende sokaklardan yiyecek buluyordum.’’ Dedi. Gözlerim dolmuştu. Kelimeler dudaklarımdan dışarı adım atamayacak kadar güçsüzleşti. İçimde yanan ateş harlandı. Oğlum hakan gözlerimin önüne geldi. Onunla konuşuyor gibi hissetmeye başladım. Sonra yutkunup bir soru sormaya daha niyetlendim. ‘’Peki, her şeyi anladım. Bu kadar yokluk içinde nasıl geçiniyorsunuz?’’ diye sordum.
Adını bile henüz bilmediğim bu küçük çocuk ayağa kalktı. Gözleriyle kıyafetlerini aradı. Bulamadı. Çıkış kapısına yöneldi. Kapı kenarında duran ayakkabılarını giymeye başladı. Oturduğum yerden gözlerimle onu takip ediyordum. Islak çuvalını omzuna aldı. Benim bakışlarıma bakışlarıyla karşılık verdi. Gözlerini gülerek kırpıştırdı. ‘’Daha az yiyoruz amca’’dedi.
Ilık ılık esen rüzgârı hissediyordum. Fakat hala uyuyor olmalıydım. Bir el beni sarsıyordu. Kulaklarımda yankılanan bir ses ‘’ Hayatiiiii yine uyuya kalmışsın yahu’’ dedi. Gözlerimi açtım. Saadet karşımdaydı. Etrafa baktım. ‘’Çocuk nerede?’’ diye sordum. Saadet pencereyi kapattı. ‘’ Ne çocuğu be yine rüya mı gördün’’ diye yanıtladı. Yerde duran kitabı aldı. Kitaplığa koydu. Sonra da etrafı toplamaya başladı. Ben ise rüya olmadığına emindim.
Mükemmel
YanıtlaSil