Çıkıp bir sigara
içeyim en iyisi. Kapının önüne çıkıyorum. Sol iç cebimden sigara paketini
çıkarıyorum. Son sigaram. Yakıyorum. İlk dumanı çekince bir rahatlama geliyor.
Bir iki nefes daha aldıktan sonra, ayak seslerini, hafif bir karaltı takip
ediyor. Sigarayı yaslandığım duvara bastırıp söndürüyorum. Elimle dumanı
dağıtmaya çalışıyorum. Babam önce geleceğini belli ediyor sonra birden
karanlığın içinden çıkageliyor. Hava da ağır bir huzursuzluk oluşuyor.
Duvardaki sigara izine dikkatlice bakıyor. O da biliyor sigara içtiğimi fakat
eve gelen nakit akışını kesmek istemiyor. Hiç tartışacak hali de yok zaten.
Keşke az tartışabilsek sövse biraz, belki bir tokat falan atsa.
‘’Selamın
aleyküm iş yok herhalde bugün muhterem’’
Ellerimi önümde
buluşturuyorum.
’’Aleyküm selam
babacığım, bugün izin verdiler’’
Poşetleri ağır gelmiş olacak ki yardım bekler gibi gözlerimin içine bakıyor.
‘’Alayım
babacığım’’
Poşetleri
alıyorum. Babam paslı kapı tokmağını boş olan sol eliyle çevirip kapıyı açıyor.
Poşetleri kapıdan bırakıp çıkıyorum. Babam bir şey demek için geri dönüyor.
Dudakları hareketleniyor, sonra vazgeçiyor. Sigaradan sararmış bıyıkları,
yüzündeki kavga yarası, kanlanmış gözleri uğurluyor beni. Kapıyı kapattıktan
sonra arkamdan bağırıyor.
‘’Akşam namazına evde ol!’’
Köyün kahvesine
ineyim diyorum. Önce bir bez alıp duvarda söndürdüğüm sigara izini silmeli.
Ayakkabılıktan bir parça bez alıp kümesin oradaki küçük yalağa daldırıyorum.
Bezi biraz sıktıktan sonra duvardaki siyah noktayı çitilemeye başlıyorum.
Bezden akan su damlaları külle beraber hemhal olup duvarın beyaz teninde ağlayan
bir kadının makyajıyla beraber karışmış koyu bir gözyaşı gibi toprağa doğru
akıyor. Siyah renk biraz griye döndü. Duvarın önünde uzun bir süre bekleyip
izmaritin bıraktığı ize bakıyorum. Yaptığımız yanlış işlerin büyük doğrulara ne
kadar etki edebildiklerini görebiliyorum. Fakat mutlaka bir leke bırakıyorlar.
Ama yanlışların içindeki doğruları ne kadar temizlemeye çalışırsak çalışalım
doğru öyle bir yapışıyor ki yanlışın üstüne izini asla silemiyoruz. Şimdi
kahveye gidebilirim. Küçük pencerenin kapanmış perde aralığından evin içerisine
göz atıyorum. Babam poşetleri bir araya toplamış, sobanın ateşini harlamaya
çalışıyor. Annem ise elinde örgü, televizyona bakmaya devam ediyor. Cebimden
atkımı çıkarıp boynuma doluyorum. Yürümeye başlıyorum. Köpek havlamaları,
evlerinin önünde ateş yakmış çay demleyen köylüler, her adımda tekmeyle önüme
düşürdüğüm boş pet şişe, baykuşun uğultusu, camiden çıkan imamın selamı,
kesmediğim tırnaklarım. Umurumda değil artık. Bu köy bana dar geliyor. Ruhum
bunalıyor. Sıkıntının çığlığı kulağımda çınlıyor. Her adımda sanki dönüşü
olmayan bir yolun başlangıcına gidiyorum. Tekrar tekrar o yolu yürüme fikri
beni kahrediyor.
Kahvehaneye
geliyorum içerisi cıvıl cıvıl gözüküyor. İçerden gelen taş sesleri, insanların
kahkahaları, küfürler, buğulanmış camlar, çayın kaşıkla olan temasından çıkan
ses. Bunlar muhteşem detaylar. Kapıyı açmamla birlikte bütün seslerin ve
gözlerin aynı anda kulağıma ve bedenime hücum etmesi ilginç bir duygu. Herkesin
bakışları arasında hafifçe eğiyorum başımı ve en kuytu köşeye oturup bir süre
meraklı gözlerin normalleşmesi için bekliyorum. Kahveciye elimle işaret edip
çayımı söylüyorum. Aynı anda amcalar da bağırıyor.
‘’Musa tazele oğlum’’
Dumanı üstünde
taze demlenmiş tavşan kanı geliyor. Okey oynayan gençlerin ve amcaların
bağrışmalarına dalıyorum. Gözlerim hafif doluyor etraf biraz bulanıklaşınca
ellerimin tersi ile siliyorum gözlerimi. Dünyanın unutulmuş bir şehrinin ücra
bir köyünde ne yapıyorum ben burada diye düşünmeye başlıyorum. Çaydan bir yudum
daha alıyorum. Musa boş çay bardaklarının bulunduğu tepsi ile yanıma geliyor.
‘’Tazeleyeyim mi
üstadım’’
Üstadım ne lan
diye söyleniyorum içimden. Allahın dağının ucunda bir köydeyiz ve kahveci
bozuntusu üstadım falan diyerek çayımı tazelemek istiyor.
’’Tazele üstadım
tazele, Sigaran var mı?’’
Bardakta kalan
çayı bir kere de fondipliyorum. Boş bardağı tepsiye yerleştiriyor. Siyah beyaz
gömleğinin önündeki cepten sigara paketini önüme bırakıyor.
‘’İsmin Musa’ydı
değil mi üstad? ’’
‘’Sen al iç
sigaranı ben çayını getireyim, evet Musa’’
Sigarayı tekrar
yakıyorum. Bu sefer baba korkusu yok.
Yine ilk duman, yine aynı his.
Biraz zaman
sonra farkında olmadığım bir an da yanıma gelerek düşüncelerimi jilet gibi
keserek soruyor.
‘’Nereden
biliyorsun adımı sen’’
Sonra tepside
kalan son çayı önüme bırakıyor. Dumanı üstünde. Hafif üflüyorum. Dağılıyor. İki
parmağımın arasında tuttuğum sigaradan bir parça kül düşüyor masaya.
‘’Ee
söylemedin?’’
‘’Neyi?’’
‘’Adımı nereden
biliyorsun?’’
‘’Gel otur
bakalım üstadım, az önce amcalar seslenirken duydum’’
‘’Heeh şimdi
oldu’’
Masaya önce
tepsiyi sonra kendisini bırakıyor. Oturduğu yerde bir beden var fakat ruhu
yokmuş gibi yorulmuş ve bitkin. Dumanların içinde nadir olarak seçebildiğim
gözlerinin feri gitmiş. Musa anlatmaya başlıyor. Babasının adı Rami. Önceden
babasıyla aşağı okulun orda işletiyorlarmış kahveyi. Bulundukları yerden yol
geçeceği için buraya taşınmışlar. Musa
da yıllardır burada kahveciymiş. Babası da yaşlanınca bünyesi kaldıramadığından
mecburen bırakmış. Geçen sene de vefat etmiş. Musa bu ortamdan uzak kaldığı
için diyor, fakat doktor raporunda da sigara dumanından olduğu yazıyormuş. Yani
fazla karbon monoksit almış bedeni. Musa ise bazı alışkanlıkların sona ermesi
insanı kahreder, Babamı hastalığı değil çaresizliği öldürdü diyor. Bence de
öyle.
‘’ Allah rahmet
eylesin. Eee bu üstad lafı nereden geliyor Musa’’ diye sorunca okey oynayan
amcaları gösteriyor.
‘’ Hep bunların
yüzünden be, durmadan üstadım üstadım diye konuşuyorlar birbirleriyle. Bende
onlardan duya duya alıştım bu lafa’’ diyor.
Arkadan kavga
edercesine yükselen sesler Musa’yı onaylıyor.
’’ Al sana okey
üstadım’’
Bir cümlede ölüm
haberi geçince hep canım sıkılır. Ona inanmayanlar ondan korkmayanlar gelir
aklıma. Oysaki tek gerçektir ölüm. Ya her şeyin sonu ya da her şeyin başlangıcı
odur. Kısıtlı zaman içinde her gün kırdıklarımız ve kırıldığımız anların için
de ona yürürüz. Kimi çok isteyerek gider kimi onu yenebileceğini düşünerek
gitmek istemez. Türlü çareler düşünür de bulamaz. ‘’Ah be Rami amca’’ diye iç
geçiriyorum. Çay bardağını avucumda sıkıp bir kere çalkaladıktan sonra
dudaklarıma götürüyorum. Tek hamlede kalan çayı boğazımı yaka yaka mideme
indiriyorum. Ağzımda kalan çay tortusunu hafifçe tükürerek atıyorum. Akşam
namazına yarım saat var. Ayağa kalkıp cebimdeki bozuklukları masaya
bırakıyorum.
‘’Üstadım
nereye’’diyor Musa.
‘’Eve, eve
gidiyorum’’
‘’ E sen anlatmadın?’’
İçimde oluşan
burukluk aklımdaki boş düşünceleri dağıtıyor.
’’Anlatırım bir
ara’’
Yorumlar
Yorum Gönder