Yediği tokatların etkisiyle
savruldu köşedeki kanepenin ayaklarına, yerden kalkamadı. Bembeyaz yüzünde
oluşan kıpkırmızı beş parmağın izi vardı. Böyle olmasını o istememişti. Bu
hayatı da o seçmemişti. Babasına göre; suçu en sevdiği viski şişesinin
kırılmasıydı. Ona göre ise; suçu babasının en azından bu gece sarhoş olmamasıydı.
Böylece annesi yediği dayakların etkisi ile geceyi ağrıdan inletmeyecek,
huzurlu bir uyku çekecekti. Yanağından süzülen yaşlarla beraber uzun uzun boş
bakışları ile halının desenlerine baktı. Halı da bir anlam arıyordu. Yaşamaya
dair ne varsa onu arıyordu. Buğulu gözleri ile dört tarafı acılarla çevrili
olan bu evin duvarlarına bakıyordu. Yer yer sararmış rutubetli duvarlar gibi hissediyordu.
Bedeni yorgun, takatsizdi. Zihninde biriken şiddet dolu anlar kısa ömrünün bir
fragmanı gibi gözlerinin önünde tekrar tekrar beliriyordu. Yanağındaki acıyı
unutmak için aklını acıdan uzak tutması gerekiyordu. Nefret öyle güçlü bir
duyguydu ki en büyük acıların üstesinden ancak o gelirdi. Kapı açılıp kapandı.
Kulaklarına önce bir bardağın tezgâha temasının, sonra da içine dolan sıvı
sesinin ve en son olarak da içine atılmış buzun çınlama sesi geldi. Kapı
açıldı. Pencereden gelen rüzgârla oluşan hava kapıyı gıcırdaya gıcırdaya bir
oraya bir buraya doğru açıp kapadı. Babası elinde buzlu rakısıyla karşısına
oturdu. İzlendiğinin farkında değilmiş gibi, sanki ruhunu dinginleştiren bir
müzik duymuş biraz da inatla beraber parmaklarını halının üzerinde oynatmaya
başladı. Ruhu bedeniyle senkronize hareketlerle dans ediyor gibiydi. Tenindeki
morluklar, sigara yanıkları, her gece yediği küfürleri bir an unutmuş yaşamanın
en belirgin, en yüksek hazlarını tadıyor, o büyülü anlarından birini yaşıyordu.
Gözleri dolu doluydu kendini kandırıp mutluluktan diye düşünüp kendini
avutuyordu. Babası oynayan parmakları
görünce betonun içinden çıkan bir çiçeği ezer gibi üstüne basıp geçti. İnce bir
sızı gibi attığı çığlık evin her köşesinde yankılanıyordu. Sinmişti. Gözlerini
kapattı, bacaklarını karnına doğru çekti. Önce merdiven seslerini sonra da bir
kapı sesi daha duydu. Babası bu saatlerde hep uyurdu. Gitmiş olmasının verdiği
rahatlıkla kızarmış olan yorgun gözlerini açtı. Zorda olsa kanepeden destek
alarak ayağa kalktı. Etrafı saran rutubet kokusuna karışmış alkolü içine her
çektiğinde daha da iğreniyordu yaşadığı hayattan. Güçsüz bedeni duvarlardan
destek alarak zor da olsa ilerledi. Ses yapıp yine aynı şeyleri yaşamamak için
çok dikkatli davranıyor, oldukça yavaş hareket ediyordu. Dedesinin odasının
yanından geçerken kapı aralığından gördüğü gürgen ağacından yapılmış, el
oylamaları ile işlenmiş büyük topuzlu eski bastonu gördü. Odaya yöneldi.
Bastonu eline aldı. Keşke dedem burada olsaydı der gibi uzun uzun baktı, iç
geçirdi. Bastondan destek alarak yürümeye devam etti. Dış kapıya geldiğinde annesinin
kapı üstünde duran fotoğrafını aldı. Göğsüne bastırıp derin bir nefes aldı.
Aldığı her nefeste ciğerleri acıyordu. Fotoğrafı katlayıp dikkatli bir şekilde
cebine koydu. Kendisini dışarı attı. Evden adımını attığında bedenindeki yük
boşalmış, yıllarca annesinin gözünün önünde yediği dayaklar hafızasından bir
bir silinmeye başlamıştı. Yeniden yeni bir yaşamın olabileceği fikrine
inanıyordu. Kaderi bu olamazdı. Ruhu acılarından arınmış, acı sadece bedeninde
bulunan fiziksel yaralarından ibaretti artık. Kıymeti kalmamıştı artık hiçbir
şeyin, acı hissetmiyordu. Bastondan destek alarak yürümeye devam etti. Bahçenin
arkasında bulunan derme çatma yapılmış odunluğa girdi. Ne aradığını bilmiyordu.
Ne bulsa işine yarayacak gibi kıra döke karıştırmaya devam etti. Burnuna ilişen
mazot kokusuna doğru yöneldi. Yığılmış odunları tekmelemeye başladı.
Ciyaklayarak kaçan fareleri görünce korkup dışarı kaçtı. Biraz bekledikten
sonra cesaretini toplayıp önce küçük pencereden sonra da kapı aralığından içeri
baktı. Yerden aldığı taş parçasını odunluğa fırlattı. Bekledi. Ses seda yoktu.
Tekrar içeri girdi. Dökülen odunların arasından iki bidon mazot buldu. Hemen
birini kaptı. Dışarı fırladı. Aklına gelen bu fikirden kendisi bile korkmuştu. Çakmağı
yoktu. Tekrar eve girmesi gerekiyordu. Annesinin çektiği zulüm, her gece
inleyerek, çığlıklarla süren bir yaşam düşüncesi tekrar tekrar zihnine hücum
ediyordu. Vücuduyla buluşan ağaç dallarının şaklaması tekrar tekrar
morartıyordu bedenini. Sanki o anları yeniden yaşıyordu. Umutsuzluğa kapılmıştı.
Başka çaresi yoktu. Bastondan
destek alarak eve doğru yöneldi. Açık olan dış kapının ipini çekerek kilidi
kaldırdı. İçeri girince ışık görmüş tavşan gibi durgunlaştı. Göz bebekleri büyümüştü. Kötü anılar o anları
yaşatıyordu. Kendisini topladı. Üst kattan gelen horlama seslerini
huylandırmayacak sessizlikte yavaş hareketlerle mutfağa yöneldi. Lekeli, kırık, yer yer fayansları dökülmüş
mutfağın eski tezgâhında boş bira şişeleri vardı. Dolabı açtı. Sıra sıra
dizilmiş biraları gördü. Kafasını az kaldırınca biraz beyaz peynir buldu.
Ağzına attı. Su şişesini dudaklarına götürdü. Dibinde kalan ekmek parçaları ile
beraber içti. Bütün şişe bitmiş, kuruyan dudakları canlanmıştı. Burayı
hafızasına kazımak için etrafında bir kez döndü. Ekmek dolabını açtı. Boştu.
Acıkan karnını doyuramadan ekmek bıçağının yanında bulunan kibriti alıp cebine
attı. Bastondan destek alarak yine aynı sessizlikte dışarı çıktı. Bu sefer
hızlı sayılabilecek adımlarla ama aynı sessizlikte odunluğa yöneldi. Odunluğun
girişindeki mazot bidonunu aldı. Koltuk altına yasladığı baston ve diğer eliyle
tuttuğu bidonla evin etrafında yürümeye başladı. Duvarları süze süze pür dikkat
eve bakıyordu. Bazen durup eliyle duvarları okşuyor, ağlamaklı hali, sessiz
hıçkırıkları, daha da içlenmesine sebep oluyordu. Bu şekilde bir kez döndükten sonra mazot
bidonunun kapağını kaldırdı. Bastondan destek alarak tekrar evin etrafında
dönmeye başladı. Her adımında bidondan yere dökülen mazota bakıyordu. Yeterince
ıslanmamış yer görürse bastonu yere bırakıp iki eliyle bidonu kaldırıp eksik
kalan yeri yeniden ıslatıyordu. Biraz zaman sonra her yerin ıslak olduğu
kanaatine varınca evin elli metre ilerisindeki ağaca baktı. Mazotun kokusu her
yeri sarmıştı. Bidonun dibinde kalan son mazotu döke döke ağacın yanına
topallayarak ağır adımlarla gitti. Bastonu ağaca yasladı. Dolan idrar torbası
rahatsız etmeye başlamıştı. Pantolonunu indirip ağacın az ilerisine işemeye
başladı. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal anlamda rahatlamıştı. Mazot kokan
ellerini burnuna götürdü. Derin bir nefes aldı. Kurtuşulun kokusuydu. Küçük
elleriyle cebinden önce kibriti sonra annesinin özenle katladığı fotoğrafını
çıkardı. Fotoğrafa baktı. Mecburum diye mırıldandı. Kibriti çaktı. Döktüğü
mazotun üstüne bıraktı. Ateş yoktan var oldu. Geçtiği yerleri küle çevirerek
siliyordu yeryüzünden. Ağaçtan destek alarak ağacın bir dalına çıkıp oturdu. Ateş
evin etrafını sarmıştı. Geceler boyunca yediği dayaklar, attığı çığlıklar,
yalvarmalar, kesik yaraları, morarmış bacakları, halsiz, değersiz ve çaresiz
hali aklına geldi. Annesine yardım edememenin verdiği acizlik hissi. Artık
hepsi geride kalmıştı. Evden yükselen çığlıklara aldırış etmeden arkasında
batan güneşin sıcaklığı ile ısınan sırtı kendisine büyük bir özgüven sağladı. Uzun
zamandır yukarı hareket etmeyen dudakları meydan okurcasına yukarı kalktı. Gözlerinde
ise çatır çatır yanan evi ve kötü hatıraları vardı.
Güzel
YanıtlaSil