Pencere





Oturduğum yerden kalkmak için uzun bir zamana ihtiyacım vardı. Biliyorum. Pencere kenarına geçtim. Perdeleri çektim. Karanlık odanın içi birden gün ışığı ile doldu. İçeri dolan ışığın sayesinde uzun zamandır yıkanmayan perdelerin üstündeki toz zerreleri havalandı. Uçuşan toz taneleri kısa bir hapşırık krizine neden olsa da, camı açmamla birlikte içeri giren kısmen temiz olan hava rahatlamamı sağladı. İçeri dolan gürültüyle karışık olan sesler de cabası. Sanırım eskisi kadar iyi değilim. Kenarı süslemeli yer yer dökülmüş bazı yerleri aşınmış mermer taşına kolumu yasladım. Güneş hiç olmadığı kadar güzel göründü yüzüme. Dalgın gözlerle dükkân kapılarından içeri boş elleriyle girip sonra elleri ucuz naylon poşetlerle çıkan insanlara bakıyordum. Kabarık poşetlerin içinde görebildiğim kadarı ile kimi zaman ekmek, kimi zaman ise deterjana benzeyen renkli parlak ambalajlar oluyordu. Yanılıyor da olabilirdim. Gözlerim artık eskisi gibi iyi görmüyor. Gözlerimin görebildiği daha yakın mesafede ise çocukların top oynadıklarını sağa sola deli gibi koşup durduklarını görüyordum. Hatta daha yakınıma gelenlerin alnından düşen ter damlalarını bile görebiliyordum. Gözlerim o kadar da kötü durumda değil anlaşılan. Gördüğüm ve işittiğim kadarı ile bazı çocuklar annelerinin buradan bir yere gitme, uzaklaşma, seni kaçırırlar bak gibi kısıtlayıcı söylemlerini dikkate almayarak alt mahallelere gidiyordu. Çünkü her baskı, her dört duvar kendi isyancısını çıkarır. Bu çocuk bile olsa böyledir. Merak; o duvarın arkasına geçene kadardır. Çocukları göz hapsimden çıkarıp binanın alt tarafında duran kediye bakmaya başladım. Marangozun attığı tahtaların oluşturduğu gölgeliğin altında uzanmış ve sıcaktan mayışmış olan kedi miskin tavırlarla boynunu yavaş yavaş bir sağa bir sola çeviriyor, bir tehlike olmadığını anlayınca susuz kalmış dilini dışarı çıkararak uyumaya çalışıyordu. Biraz sonra aralarında oyun oynayan yavrular yorulmuş olacaklar ki koşarak uyumaya çalışan kedinin yanına geldi. Susamış olacaklar ki kedinin şişkin memelerine ağızlarını dayadılar. Kedi bir şey olmamış gibi uyumaya çalışmaya devam etti. Kedilerden yaklaşık on on beş metre aşağısından ise sesleri yavaş yavaş kulağımı tırmalayan şuh kahkahalar yükseliyordu. Kediler anlaşılan umursamıyordu. Fakat ben merak etmiştim. Kedileri öylece bırakıp gözlerimi sesin geldiği yöne doğru uzattım. Kadınlar diz çökmüş, yanlarında bulunan poşetin içinden çıkardıkları deterjanı halılara serpiştiriyorlardı. Sonra ellerindeki fırça ile bir ileri bir geri hareketlerle halı üzerinde gidip geliyorlardı. Ara ara dinlenirken birbirlerine bir şey anlatıp gülüşüyorlardı. Tahminimce kocaları hakkında sessizce dedikodu yapıyor, çılgınca gülüyorlardı. Köpüren halılar hortumdan çıkan tazyikli su ile buluşunca bütün köpükler su yolundan mahallenin alt kısımlarına doğru akıyordu. Hortumun ucunu parmakları ile sıkıştırıp tazyik oluşturuyorlardı. Gördüğüm kadarıyla yüzlerinde beyaz bulutlar oluşan çocuklar su yolundan topladıkları bu köpükleri yüzlerine sürüyor, mahallenin üst kısımlarına doğru koşuyorlardı. Koşarken oluşan rüzgâr çocukların yüzlerindeki köpüklerin parça parça dağılmasına sebep oluyordu. Bu an bir film karesi gibi insanın içini yeşillendiren, ferahlatan bir andı. Çocukların koştukları yere vardıklarında ise yaptıkları ilk iş ise elleriyle yüzlerini yoklamak oluyordu. Yüzlerinde köpükten eser kalmayan çocuklar şaşkınlıkla etrafa bakıyor, köpüklerin nereye gittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Yarım açık olan pencereyi biraz daha araladım. Bu mahallede net göremediğim şeyler vardı. Mesela bu binaların arasında ağaç göremiyordum. Belediye seçimler olduğu vakit tek tük fidan dikiyordu fakat bütün zamanını bu pencere önünde geçiren bir insan olarak bu fidanların hiç ilgilenildiğine şahit olmamıştım. Saat öğle vakti oldu. Güneş biraz daha yakıcı bir hal almaya başladı. Biraz terlemeye başladım sanırım. Gördüğüm en güzel ağaç ise tam olarak net göremesem de pencereme paralel kalan eski yıkık binanın arkasında bulunan erguvan ağacıydı. Bina yoğun bir yağmur sonrası toprağın yerinden kayması ile önce yer yer çatladı. Daha sonra ise kendini boşluğa bırakır gibi yere uzandı. Yorgundu. Binanın sahibi Ergün amca ise ölmeden önce diktiği erguvan ağacı ile bence mahalleyi gözetlemeye devam ediyordu. Ergün amcanın diktiği Erguvan ise özellikle yaz yağmurlarından sonra çıkan hafif rüzgâr esintisi ile hafifçe eğilip bana selam veriyordu. Onun dışında sadece dallarının ucunu ve ucundaki çiçekleri görüyordum. Ben buna Ergün amca yine bana bakıp selam verdi diyordum. Bende aynı naiflikle elimi göğsüme koyup kafamı eğerek cevap veriyordum. Fark etmediğim bir an da sıcaktan alnımda biriken terler koluma damladı. Alnımda ki ıslaklığı perdenin toz görünmeyen ucuyla sildim. Biraz başım dönüyordu. Gökyüzüne baktım. Çocukların bağırmaları, kıymetini bilmedikleri bu mahalleden öylece gelip geçen insanlar, kadınların şuh kahkahaları, beynimin içinde yankılanıyordu.  Uzun uzun odaklanmaya çalışarak bir çocuğun koşuşturmasını izledim. Çocuk birden yere kapaklanınca, annesinin bulunduğu evin penceresinden çocuğun ismini bağırarak, evden çıkıp çocuğun yanına, telaşla gelmesi çok kısa sürdü. Bu kadar kısa sürede gelmesine şaşırmıştım. Dizinden kanları gören çocuk telaşlanmış, ağlıyordu. Annesi sarılarak ve öperek onu sakinleştirmeye çalışsa da nafileydi. Çocuğu öpe öpe kucakladı ve evin yolunu tuttu. Çocuğun acısını ben hissedemedim. Gözlerim dolmuştu. O kadar uzun bakmıştım ki annemin geldiğini duymamıştım. Annem elinde bulunan bergamot kokan çayı mermerin üstüne bıraktı. O gelmeden önce baktığım yöne doğru baktı. İçinden geçenleri söyleyemeyecek kadar şefkatliydi. İçinden akan acıları saklıyor, gözlerinde umut dolu pırıltılara çeviriyordu. Bir nevi kötü duyguları içinde, iyi duygulara çevirip bana yansıtıyordu. O annesinin kucağındaki çocuğa bakıyordu ben ise ona bakıyordum. Hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek yüzünü bana çevirdi. Bıraktığı çayı göstererek ‘’ Çayını iç bakalım, bak terlemişsin de kapat pencereyi de hadi yavrum ‘’ dedi ve arkasını döndü. Odadan dışarı çıktı. Kapıyı kapattı. Kapının buzlu camının arkasından gölgesi ile yan odaya geçti. Bende dolan gözlerimi kolumla silerek, sokaktan gelen sesi kesmek için pencereyi kapattım. Pencereyi kapatırken mermerin üstündeki çay bardağı bacaklarıma döküldü. Hiç ses çıkarmadım. Hiçbir acı hissetmiyordum. Uzun zamandır yaşamakla ilgili çoğu şeyi hissetmiyordum. Hayatı gördüğüm nadir yerlerden olan bu pencere kenarına odaklanıp, sessizce yaşıyordum. Yan odadan annemin sessiz hıçkırıkları içinde kaybolan çığlıkları geliyordu. Annem içindeki acıyı kusuyor gözyaşlarını ben duymayayım diye içine doğru akıtıyordu. Ellerimle tekerlekli sandalyemin soğuk metal kısımlarını kavradım. Yavaşça iterek ilerledim. Kapıyı açtım. Annem kapı sesini duymuş olacak ki yüzünü silmeye gayret ederken onu yakaladım. Yüzlerimizdeki ıslaklıkla birbirimize baktık. Suç işlemiş çocuklar gibi yüzüme masum bir tavır takınarak bacaklarımı gösterdim ve ‘’Anne çay döküldü’’dedim.

Yorumlar