Ölüm


           
           




           Eski mahallenin solundan aşağı doğru iniyordum. Sokak yolları eski taşlarla döşenmiş ve arabaların pek kullanmadığı bir sokaktı. Eski fırının önünden geçerken İsmet’in yanına uğramak istedim. Fırına geri döndüm. İki ekmek aldım. İsmet’i aradım. ‘’Nerdesin?’’ dedim.  ‘’Dükkândayım’’  dedi. Sokak bitti. Çay bahçesinin alt sokağından indim. Markete girdim. Biraz peynir biraz zeytin ve domates aldım. Yürümeye devam ettim. İsmet’in kaportacı dükkânının bulunduğu sokağa girince Sait abinin evinden yükselen çığlıklar sokakta yankılandı. Birinin ölüm haberini almışlar diye düşündüm. Biraz evin önünde bekledim. Etraf biraz kalabalıklaşınca biraz uzaklaşıp uzaktan kulak misafiri olmaya başladım. Duyduğum kadarı ile Sait abi kendisini tavana hazırladığı urgan ile asmış. Kahvede selamlaşmak dışında bir muhabbetimiz olmadığı için bunu neden yaptığını anlamam da imkânsızdı. Normalde ölümlere kayıtsız kalmam fakat Sait abinin ölümü nedense bende bir şey uyandırmadı. Sait abinin kim bilir ne derdi vardı. Olan borçlarını mı ödeyememişti, yoksa işten mi çıkarılmıştı. Allah tahsilâtını affetsin diyerek yüreğimi bu konudan uzaklaştırmaya çalıştım. Yoluma devam ettim. Çığlıklar, bağırışmalar bütün o kargaşa yürüdükçe yerini sessizliğe bıraktı. K harfinin diğer harflere göre daha soluk olan, boyası uzaktan bakanlara  ‘’aportacı İsmet’’ gibi gözüken bu izbe dükkâna girdim. Bu dükkânı bilmesem kaportacı demezdim. İsmet eski bir arabanın altına girmiş bir şeyler yapıyordu. Ayak sesimden tanıyıp ‘’hoş geldin’’ dedi. Sonrasında devam eden takır tukur sesleri arasında kaybolan cümlelerini anlamaya çalıştım. Anlamayınca cevap vermedim. Yavaş yavaş az önce kandırmaya çalıştığım vicdanımın sesi damarlarımdan beynime kan pompalar gibi zihnimi rahatsız ediyordu. İsmet arabanın altından çıktı. Elinde tuttuğu İngiliz anahtarını yere bıraktı. Ellerini üstünde bulunan beze sildi. Yüzü gözü yine simsiyah olmuştu. Dükkânın arkasında bulunan tuvalete gitti. İçerden bağırarak ‘’ Ne oldu lan’’ dedi. Musluktan akan suya karşılık verir gibi ‘’ Hiç’’ diye yanıtladım. Aralık olan kapı kapandı. Beyaz havlu ile ellerini ve kollarını silerek yanıma doğru geldi. Bende onu gözlerimle süzerken bir yandan da suyu ocağa koydum. Biraz zaman sonra önde top arkalarında koşan çocukların sesleri yükselerek dükkânın içine doldu. Çocuklar kaldırım taşları ile kurdukları kaleye şut çekiyorlardı. Ben biraz durgunlaşmış ve soğuk bir ifade takınmış çocukları izliyordum. İsmet aldığım poşetleri karıştırmaya başladı. Bir tane domates aldı. ‘’Tuz yok mu?’’ Kafamı sesin geldiği noktaya doğru çevirdim. Gözümün önüne düşen saçlarımı ellerimle geriye attıktan sonra İsmet’e küfür edercesine kızgınlıkla baktım. İsmet hiçbir şey yokmuş gibi domatesi sildi. Isırdı. Domatesin suyu üstüne aktı. Güldü. Benim gülmediğimi görünce ‘’neyin var amına koyayım’’ diye sordu. Tam cevap verecekken büyük bir ses ile dükkân camları kırıldı. İsmet kapının önüne doğru koştu. Çocuklar kaçmaya başladılar. İsmet yakaladığı ilk çocuğu sürükleye sürükleye dükkâna soktu. Çocuk elleri ile korkudan yüzünü kapatıyor, İsmet ise avını yakalamış bir hayvan gibi hırçın bir şekilde çocuğu tutup ordan oraya savuruyordu. Büyük elleri ile çocuğun yüzünde bulunan küçük elleri açtı. Çocuk hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Yeni yıkadığı elleri ile çocuğun hafif tozlu suratına tokat attı. Yüzünde İsmet’in parmak izlerinin olduğu çocuk yere düştü. Ben ismet’i tutup kenara attım. ‘’Ne yaptın lan sen’’ diye İsmet’in üzerine yürüdüm. İsmet düşmenin verdiği acı ile daha da hırçınlaştı. Ellerini kollarını sallayarak ‘’Görmüyor musun lan camları?’’ diye sitem etti.   ‘’Camının Allah belasını versin! camınınnn Allah belasını versin İsmet, çocuğun babası yeni öldü şerefsiz herif’’ dedim.
İsmet ‘’Bilmiyordum’’ diyerek içine kaçan sesini takip ederek sessizleşti. Çocuk yüzüme baktı. Yüzünde İsmet'in parmaklarının izi vardı. ‘’Babam mı ölmüş?’’ diye sordu. Sendeleyerek ayağa kalktı. Yüzündeki tokadın acısından daha ağır bir acı ile koşarak uzaklaştı.

Yorumlar